Dil ölümü

Dil biliminde dil ölümü, bir dilin son ana dili konuşucusu yitirildiğinde meydana gelir. Buna ek olarak, dilin yok olması, ikinci dil konuşucuları da içinde olmak üzere dilin artık bilinmemesidir. Dil ayrımcılığı (Dilin öldürülmesi),[1] bir dilin doğal veya politik nedenlerden dolayı ölümü; seyrek olarak da glottofaji,[2] küçük bir dilin büyük bir dil tarafından özümsenmesi, eritilmesi veya değiştirilmesi başka benzer terimler arasında yer almaktadır.

Kernevekçe dilinin bilinen son ana dili konuşucusu sayılan Dolly Pentreath, 1781'de yayınlanmış oyma porte
Marringarr dilinin (Magati Ke) son üç konuşucusu

Dil ölümü, bir konuşucu topluluğunun kendi dil çeşitliliği içinde dilsel yeterlilik düzeyinin azaldığı ve bunun sonrasında da çeşitliliğin ana dili veya akıcı konuşucularının ortaya çıkmadığı bir süreçtir. Dil ölümü, lehçeler de içinde olmak üzere herhangi bir dil biçimini kapsayabilir. Dil ölümü, bireyin ana dilinde yeterlilik kaybını tanımlayan dil yozlaşması (dil yıpranması, dil yitimi) ile karıştırılmamalıdır.[3]

Modern dönemde (M.Ö. 1500 - günümüz; sömürgeciliğin yükselişinin ardından) dil ölümü; dil değişimine neden olan kültürel asimilasyon sürecinin ve bir ana dilin yabancı bir lingua franca lehine (büyük çoğunluğu Avrupa ülkelerinin dillerinden oluşmaktadır) aşamalı olarak terk edilmesinin bir sonucudur.[4][5][6]

2000'li yıllardan itibaren, dünya çapında kabaca 7.000 doğal konuşma dili bulunmaktadır. Bunların çoğu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan küçük dillerdir; 2004 yılında yayınlanan bir öngörüde şu anda konuşulan dillerin yaklaşık %90'ının 2050 yılına değin yok olması beklenmektedir.[7]

Türleri

Dil ölümü, genel olarak dil değişiminin kaçınılmaz bir sonucudur ve kendini aşağıdaki yollardan biriyle gösterebilir:

  • Aşamalı dil ölümü: Yavaşça, bir dönem içerisinde
  • Aşağıdan yukarıya dil ölümü: Özel durumlar dışında dil kullanımının kesilmesi (örn. Edebi dil)
  • Yukarıdan aşağıya dil ölümü: Hükûmet gibi üst düzey bir çevreden dil değişiminin başlaması.
  • Radikal dil ölümü: Dilin bütün konuşucuları dili konuşmayı bıraktığında dilin ortadan kalkması.
  • Dilin öldürülmesi (ani ölüm, dil soykırımı, fiziksel dil ölümü, biyolojik dil ölümü olarak da bilinir).
  • Dil yozlaşması: Bir dilde bireysel düzeyde yeterlilik yitimi

Dil ölümüne ilerleyen süreçlerin büyük çoğunluğu, bir dilin konuşucu topluluğunun, başka bir dille birlikte iki dilli olması ve kendilerine miras kalmış öz dillerini kullanmayı bırakana dek bağlılıklarının aşamalı olarak ikinci dile kayması biçimindedir. Bu, bir dil topluluğunun gönüllü olabildiği veya bir dil topluluğuna güç kullanılabildiği bir asimilasyon sürecidir. Kimi dillerin konuşucuları, özellikle de yerel dillerin veya azınlık dillerinin konuşucuları, daha fazla yararlılığa veya saygınlığa sahip olduğunu kabul ettikleri diller lehine ekonomik zeminde veya yararcı temeller üzerinde kendi dillerini terk etmek yönünde karar kılabilirler.

Coğrafi olarak yalıtılmış, küçük bir konuşucu nüfusuna sahip diller; soykırım, hastalık veya doğal afet gibi nedenlerle konuşucularının kalmamasıyla da ölebilir.

Tanım

Çoğu kez bir dilin, son ana dili konuşucusunun ölmesinden öncesinde bile ölmüş olduğu bildirilmektedir. Bir dilin yalnızca birkaç yaşlı konuşucusu varsa ve artık bu dili iletişim için kullanmıyorlarsa o zaman bu dil işlevsel yönden ölmüş olur. Böylesine düşük bir kullanım aşamasına geçmiş bir dilin genellikle ölmek üzere olduğu düşünülür.[3] Dünyadaki konuşulan dillerinin yarısı yeni kuşak çocuklara öğretilmemektedir. Bir dil ana dil olmaktan çıktığında, yani bu dilde ilk dil olarak sosyalleşen hiçbir çocuk kalmamışsa aktarım süreci sona ermiştir ve dilin kendisi yaşayan kuşaklardan sonraki kuşaklarda yaşamını sürdüremez.

Dil ölümü nadiren ani bir olaydır, ancak bir dilin kullanımı şiir ve şarkı gibi geleneksel kullanım alanlarına daralana dek her bir kuşağın söz konusu dili daha da az öğrenmesi yavaş bir süreçtir. Tipik olarak, dilin yetişkinlerden çocuklara geçişi; yetişkinlerin, dili akıcı olarak konuşamayacağı çocuklar yetiştirdiği son düzeye doğru gittikçe kısıtlı hale gelir. Dalmaçya dili, bu tür bir sonuca ulaşılmış sürecin bir örneğidir.

Dil bilgisi üzerindeki sonuçlar

Dil kaybı süresince (bazen dil bilimi literatüründe eskime olarak da adlandırılmaktadır) konuşucular, dillerini değiştirdikleri dile daha benzer hale getirdikçe genellikle kaybolan dil değişime uğrar. Bu değişim süreci Appel (1983) tarafından karşılıklı biçimde özel olmasa da iki kategori içerisinde tanımlanmıştır. Genellikle konuşucular, kendi dillerindeki ögeleri, değiştirdikleri dilden bir şeyle değiştirirler. Ayrıca, miras kalmış dilleri yeni dilin sahip olmadığı bir ögeye sahipse konuşucular bu ögenin varlığını dillerinden düşürebilirler.

  • Aşırı genelleme;
  • Yetersiz genelleme;
  • Ses bilimsel aykırılıkların yitimi;
  • Değişkenlik;
  • Söz sırasındaki değişiklikler;
  • Biçim bilimsel kayıplar; İskoçya, Doğu Sutherland'daki (Dorian: 1978) Kelt dilini akıcı biçimde konuşanlar hala tarihi çoğul yapılarını kullanmaktaydılar, oysa yarı konuşucular basit son ek kullanmaktaydılar ya da çoğul yapıya hiç yer vermemekteydiler.
  • Yapay biçim söz dizimi giderek çözümleyici hale gelebilir;
  • Söz dizimsel kayıp (yani sözcük kategorileri, karmaşık yapılar);
  • Yeniden sözcükleşme;
  • Sözcük oluşumu verimliliğinin kaybı;
  • Törensel konuşma kaybı gibi biçem kaybı;[8]
  • Biçim bilimsel düzeylenme;[9]
  • Analog düzeylenme.

Dilin diriltilmesi

Dilin diriltilmesi, dil ölümünü yavaşlatma veya tersine çevirme girişimidir.[10] Diriltme programları, birçok dilde sürmekte ve çeşitli düzeylerde başarıya ulaşmıştır.

İsrail'de İbranicenin diriltilmesi; bir dilin, uzun bir süre boyunca günlük kullanımda yok olmasının ardından yalnızca edebi bir dil olarak kullanılmasının ardından yeni bir ana dil konuşucusu edinmesinin tek örneğidir.[11] İbranicenin durumunda bile "Saf İbranice konuşmak isteyen İbranice dirilişçileri başarısız olmuşlardır. Sonuç, yalnızca çok katmanlı değil, aynı zamanda çok kaynaklı olan büyüleyici ve çok yönlü bir İsrail dilidir. Klinik olarak ölü bir dilin diriltilişi, canlandırıcıların ana dillerinden çapraz döllenme olmaksızın olanaklı değildir." biçiminde ileri sürülmüş bir kuram vardır.

Bir dereceye dek başarı gösteren başka dil diriltme olguları şunlardır: İrlandaca, Galce, Hawai dili, Çerokice ve Navaho dilidir.[kaynak belirtilmeli]

İngiliz dilinin hakimiyetine bir yanıt olarak İngilizceleşme karşıtlığı, bazı yerlerde ve özellikle de bir zamanlar sömürge egemenliği altındaki bölgelerde, sömürge egemenliğinin izlerinin hassas bir konu olduğu yerlerde ulusal bir gurur meselesi haline gelmiştir.[12][13] İrlanda'da yüzyıllarca süren İngiliz yönetiminin ve İngilizlerin İngilizceyi dayatmasının ardından, 25 Kasım 1892'de Dublin'deki İrlanda Ulusal Edebiyat Derneği huzurunda İngilizceleşme karşıtlığına ilişkin bir savunma sunuldu: "İrlanda Ulusunun İngilizleşmeden Arınma Gereksinimi"nden söz ettiğimizde biz, İngiliz halkının en iyisini örnek almaya karşı bir duruşu değil, böyle bir şey saçma olurdu, İrlandalı olanı ihmal etme ahmaklığını göstermekten ziyade sırf İngilizce olduğu için İngilizce olan her şeyi apar topar ve ayrım gözetmeksizin benimsemede acele etmeyi kastetmekteyiz.". İrlanda'daki İngilizleşme niteliklerinden biri dildi: Bağımsızlıktan sonra hiç ortadan kalkmamış olmasına ve resmi dil haline gelmesine karşın İrlandaca, İngiliz yönetimi dönemi boyunca bir azınlık dili olmak için adanın ana yerel dili konumunu yitirmişti; benzer bir biçimde Kuzey Amerika'nın yerli dillerinin yerini sömürgecilerin dilleri almıştır.

Ghil'ad Zuckermann'a göre, "Dil ıslahı, insanların kültürel özerkliklerini iyileştirmeye, ruhsal ve entelektüel egemenliğini güçlendirmeye ve refahını arttırmaya çalışmayla gitgide artarak ilgili olmaya başlayacaktır. Dilin diriltilişinin çeşitli etik, estetik ve yararcı çıkarları vardır; örneğin, sırasıyla tarihsel adalet, çeşitlilik ve istihdam edilebilirlik.".[1]

Dil ölümünü önleyen etkenler

Google, yok olma riski olan dillerin korunmasına yardımcı olmak amacıyla Tehlike Altındaki Diller Projesi'ni başlattı. Amacı, yok olmakta olan dillere ilişkin güncel bilgileri derlemek ve bu dillerle ilgili en son araştırmaları paylaşmaktır.

Antropolog Akira Yamamoto, dil ölümünü önlemeye yardımcı olacağına inandığı dokuz etken tanımlamıştır:[14]

  1. Dilsel çeşitliliği destekleyen baskın bir kültür olmalı
  2. Tehlike altında olan toplum, dilin korunmasını teşvik edecek denli güçlü bir etnik kimliğe sahip olmalıdır
  3. Tehlikeye girmiş dil ve kültür konularında öğrencilerin yetiştirildiği programların oluşturulması ve tanıtılması
  4. Hem iki dilli hem de iki kültürlü okul programlarının oluşturulması
  5. Yerel dil konuşucularının öğretmenden eğitim alması
  6. Tehlike altındaki konuşucu topluluğu tamamen dahil olmalı
  7. Kullanımı kolay dil malzemeleri oluşturulmalıdır
  8. Dil, yeni ve geleneksel içeriği kapsayan yazılı ögelere sahip olmalıdır
  9. Dil yeni ortamlarda kullanılmalı ve dilin kullanıldığı alanlar (hem eski hem de yeni) güçlendirilmelidir

Ölü diller

Dil bilimciler, dil "ölümü" ile yalancı yok oluşa benzer dil bilimsel bir fenomen olan normal dil değişimi yoluyla bir dilin "ölü dil" haline gelme sürecini birbirinden ayırırlar. Bu, olağan gelişimi sırasında bir dil aşamalı biçimde ayrı olarak tanımlandığı farklı bir dil olarak bilinen bir şeye dönüştüğünde, ana dili konuşucusu kalmamış eski biçimin terk edilmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle örneğin, Eski İngilizce; Orta İngilizce, Erken Çağdaş İngilizce ve Çağdaş İngilizce olarak değişmesine ve gelişmesine karşın "ölü dil" olarak kabul edilebilir. Bir dilin lehçeleri de ölebilir ve genel dil ölümüne katkıda bulunabilir. Örneğin, Ainu dili yavaşça ölmektedir, UNESCO Tehlike Altındaki Dünya Dilleri Atlası, Hokkaido Ainu dilinin 15 konuşucusuyla ciddi bir tehlike altında olduğunu ... ve Sahalin Ainu dili ile Kuril Ainu dilinin yok olduğunu kaydetmiştir.[15]

Dil değişimi

Dil değişim süreci, ölü ortak ata dili bırakıp birtakım yavru dilin bulunduğu ailedeki bir dilin ayrılmasını da kapsayabilir. Bu süreç, Latince için Halk Latincesi aracılığıyla zamanla Roman dillerine gelişerek ve Prakrit dili için Yeni Hint-Aryan dillerine gelişerek gerçekleşmiştir. Böyle bir işlem normalde "dil ölümü" olarak tanımlanmaz, çünkü dilin bir kuşaktan diğerine olağan iletiminin kesintisiz bir zincirini kapsar, zincirdeki her bir noktada yalnızca küçük değişiklikler vardır. Dolayısıyla, Latince ile ilgili olarak, örneğin, Latincenin "öldüğü" hiçbir nokta yoktur; farklı coğrafi alanlarda farklı şekillerde evrimleşmiştir ve çağdaş formları artık Fransızca, Portekizce, İspanyolca, İtalyanca, Rumence, Katalanca, Galiçyaca, Venedik vb. gibi farklı adlarla tanımlanmaktadır.

Dil canlılığının ölçülmesi

Dili öldürme olguları dışında diller birden yok olmaz; konuşucu topluluğunun başka dilleri kullanımıyla yavaş yavaş dil değiştirmesiyle diller ölmenin eşiğine gelir. Konuşucular dillerini değiştikçe dil davranışında fark edilebilir çok ince değişiklikler bulunur. Davranıştaki bu değişiklikler toplumda dilsel canlılığın değişmesine yol açar. Bir topluluktaki bir dilin canlılığını ölçmek için önerilen çeşitli sistemler bulunmaktadır. Bunların ilklerinden biri GIDS (Aşamalı Kuşaklar Arası Bozulma Ölçeği, Graded Intergenerational Disruption Scale), Joshua Fishman tarafından 1991 yılında önerilmiştir.[16] Dil canlılığını ölçmede önemli bir kilometre taşı yayını, Journal of Multilingual and Multicultural Development'in birtakım yazarın kendi dil canlılığı ölçüm araçlarının sunduğu bütünüyle etnik-dilsel canlılık çalışmalarına ayrılmış olan sayısıdır (Cilt 32.2, 2011). Farklı durumları ve uygulamaları göz önünde bulunduran yazarlar tarafından hazırlanan, dil canlılığını ölçmeye yönelik yayınlanmış diğer bazı çalışmalar da yayınlanmıştır. Bunlar Arienne Dwyer,[17] Martin Ehala,[18] M. Lynne Landweer,[19] Mark Karan,[20] András Kornai,[21] ve Paul Lewis ve Gary Simons'un çalışmalarını içermektedir.[22]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Konuyla ilgili yayınlar

Dış bağlantılar