Minyatür

kendine has bir biçimi olan resim

Minyatür, kendine has bir biçimi olan resim çeşididir.

bir Pers minyatürü

Yaygın olarak, el yazması kitaplardaki metni görselleştiren, metinde yer alan bilgileri daha açık hale getiren kitap resimleri minyatür olarak bilinir. İşlenen temanın barındırdığı olayları görselleştirmek için olayı resme figürler halinde aktarmak ve figürler birbirini kapamayacak şekilde yerleştirme esastır.[1]

Batı el yazmalarındaki kitap resimleri dışında 13-19. yüzyıllar arasında İslam dünyasında "tasvir, tasvir-i humayun, şebih, suver, tarrahi, resm, resim, hurda(e) nakış, meclis, kalemişi" gibi adlar altında gerçekleştirilen sanat üretimleri de Türkçede 19. yüzyılın sonundan itibaren "minyatür" adıyla anılmıştır. Tarihî süreçte kitap sanatları ile bağlantısı olmaksızın tual, deri, duvar, aharlı kağıt, seramik, kemik, ahşap kutu ve kaplar, ipek gibi farklı malzemeler ve farklı amaçlar doğrultusunda ve kimi zaman anıtsal boyutlarda minyatür sanatı örnekleri verilmiştir.[2]

Kelimenin kökeni

Orta Çağ Avrupası'nda hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına Latince "minium" denen kızıl-turuncu boya ile "miniatura" denen süslemeler yapılırdı. Minyatür adının, bu kelimeden geldiği, zamanla Latince'de küçük anlamına gelen "minor" kelimesinin etkisi ile "küçük resim" anlamı kazandığı düşünülmüştür.[2]

Birçok kaynakta, Türk dünyasında eskiden beri minyatüre "nakış", nakış yapana da "nakkaş" denilmiş olduğu ifade edilse de[3] nakış, kitap resimleri dışında farklı sanat alanlarını bir arada ifade eden bir çatı ifadedir.[2] Küçük boyutlu resimler Osmanlı kaynaklarında tasvir, şebih, suver, âsâr, tarrahi, nigar, suret, hurde nakış, meclis gibi isimlerle anılmış; 19. yüzyılın sonundan itibaren bu resimler yayınlarda "minyatür" olarak yer almaya başlamıştır. Batıda minyatür tarzı resim yapan sanatçılara minyatari, minyatürist, minyatürcü denilmiş; Osmanlı'da ise minyatür tarzı resim yapan sanatçılara "nakkaş" genel adı altında "musavvir, ressam, tarrah, şebih nüvis, nigari, nigarende, meclis nüvis, nakş-bend, siyahkalem gibi isimler verilmiştir.[2]

Tarihçe

Bilinen en eski minyatürler Mısır'da rastlanan ve MÖ 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları da minyatürlerle süslenmiştir. Hristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil'leri süslemiştir.

Avrupa'da minyatür sanatı 8. yüzyılın sonlarında gelişti. 12. yüzyılda minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve dinsel konulu minyatürlerin yanı sıra dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı.

Minyatür sanatı, geç Orta Çağ'da İran, Irak, Orta Asya ve Anadolu'da bulunan Türk ve Pers hanedanlıkları döneminde yüksek bir gelişmişliğe ulaştı.

Türkler'de minyatür geleneği Orta Asya'da Uygurlar döneminde İslam öncesinde ortaya çıkmıştı. Uygur halkları arasında yayılmış Mani dininin kurucusu, Müslümanların “Mâni-i nakkaş" diye andıkları bir ressamdı ve kitaplarını resimlerle süslemişti. Turfan'da eski bir Mani kütüphanesinin kalıntıları arasında arkeolog Albert von Le Coq tarafından bulunup 1923 yılında yayımlanan Maniheist Uygur minyatürleri, Selçuklu minyatürlerinin öncüsü kabul edilir.[4]

Selçuklu Hanedanının İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kalmış; Osmanlı minyatür sanatı da Selçuklu ve İran minyatürlerinden etkilenmiştir.[1] İran ve Selçuklu etkisi 18. yüzyıla kadar sürdü. II. Mehmed döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde ise Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Ahmetcan Barlas, Haydar Kay, İsmail Can, Gazi Capır, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Behzad'ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul'a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı.Minyatür sanatı Osmanlı'da I. Süleyman döneminde zirveye ulaştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkarak kendine özgü bir biçim geliştirmiştir. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü.

Minyatür sanatının uygulama şekli yüzyıllar boyunca her toplumda değişiklikler gösterdi. Boyalar genellikle topraktan üretilmekte; renkleri üst üste kullanmak için boyalar su ile inceltilmekte; parlaklıklarını artırmak için ise içlerine yumurta sarısı katılmaktaydı. 18.yy.’a gelindiğinde ise yumurta sarısının yerini tutkal aldı. Osmanlı Devleti'nde özellikle padişahlara sunulan albümlerde boyanın yanı sıra altın ve gümüş kullanıldı.[4]

Baskı makinesinin bulunuşundan sonra Avrupa'da minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü.

Günümüz minyatürü

Minyatür yerini çağdaş resme bırakmış ancak geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Türkiye'de Süheyl Ünver'in çabalarıyla tekrar gün yüzüne çıkmış minyatür sanatı günümüzde Cahide Keskiner, Ülker Erke, Ömür Koç, Ruhi Konak, Nilgün Gencer, Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan birçok genç sanatçı tarafından icra edilmektedir.

Galeri

Kaynakça