Sosyal liberalizm

Liberalizm içinde siyasi ideoloji

Sosyal liberalizm, bireysel özgürlük ve sosyal adalet arasında denge kurmayı amaçlayan politik bir ideolojidir. Klasik liberalizm gibi bireyci ekonomiyi, sivil ve siyasi hak ile özgürlüklerin genişlemesi bakımıyla uyuşur ancak bunlara ek olarak hükûmetin meşru rolünün yoksulluk, sağlık ve eğitim gibi ekonomik ve sosyal konuları olduğunu da içeren sosyal piyasayı temel alır.[1][2][3] Sosyal liberalizmde toplumun iyiliği bireyin özgürlüğü ile uyumlu görülür.[4] İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal liberal fikirler dünyanın birçok ülkesinde benimsenmiştir.[5] Sosyal liberal düşünceler ile partiler merkez veya merkez sol olarak kabul edilir.[6][7][8][9][10] Bununla birlikte, ülkelere göre farklı isimlendirmeler sosyal liberalizmi tarif etmektedir. Birleşik Krallık'ta yeni liberalizm,[11][12] ABD'de modern liberalizm,[13] Almanya'da sol liberalizm[14][15][16] ve İspanyolca konuşulan ülkelerde ilerici liberalizm[17] olarak adlandırılır.

Modern liberaller refah anlayışını, fırsat eşitliği temelinde savunmuşlardır. Birey ve gruplar, mevcut sosyal koşullardan dolayı zarara uğruyorlarsa, devletin bu zararları azaltmak ya da ortadan kaldırmak için üstlenmesi gereken sosyal sorumlulukları vardır. Yurttaşlar, konut edinme, eğitim ve çalışma hakkı gibi çeşitli refah ve sosyal haklara sahiptir. Sosyal liberallere göre devletin ekonominin yönetiminden, en azından regüle edilmesinden sorumlu olması gerekmektedir.[18] Sosyal liberal bir hükûmetten, hükûmet müdahalesini kullanarak yoksulluk, refah, altyapı, sağlık, eğitim ve iklim gibi ekonomik ve sosyal sorunları ele alması ve aynı zamanda bireyin haklarını ve özerkliğini vurgulaması beklenir.

Terim, politik ve ekonomik fikirleri birkaç asır boyunca Büyük Bunalıma dek egemenliğini korumuş klasik liberalizmden farklılaşmayı belirtme amacıyla kullanılır.[19][20] 20. yüzyılın sonuna doğru sosyal liberalizme karşı tepki, parasalcı ekonomi politikaları ve devlet hizmetlerinin sunumunun azalmasına yol açan, sıklıkla neoliberalizm adıyla anılan ekol tarafından gösterildi. Bununla birlikte bu tepki klasik liberalizme dönüşle sonuçlanmadı. Hükûmetler sosyal hizmetleri sunmaya devam etti ve ekonomi politikası üzerindeki kontrolünü korudu.[21]

Tarihçe

T. H. Green

19. yüzyılın sonuna doğru klasik liberalizmin ilkeleri ekonomik büyümede düşüşler, artan yoksulluk bilinci, modern sanayi kentleri içindeki işsizlik ve örgütlü emeğin ajitasyonu sonucunda sorgulanmaya başlandı. Sanayileşme ve laissez faire kapitalizminin yarattığı değişikliklere karşı önemli bir politik tepki sosyal denge hakkında kaygılanan muhafazakârlar tarafından gelmesine rağmen sonradan sosyalizm, değişim ve reform için daha önemli bir güce dönüştü. Charles Dickens, Thomas Carlyle ve Matthew Arnold gibi kimi Viktorya dönemi yazarları sosyal adaletsizliğin erken etkili eleştirmenleri oldu.[22]

John Stuart Mill, klasik liberalizmin elementlerini sonunda yeni liberalizm adıyla tanınacak şeyle kombinleyerek liberal düşünceye katkı sağladı. Yeni liberaller bu zor koşullarla yüzleşmek için liberalizmin eksi dilini uyarlamaya çalıştı, onlar mevcut sorunların sadece devletin daha geniş ve müdahaleci anlayışı ile çözülebileceğine inanıyordu.

İngiliz filozof T. H. Green'in 19. yüzyılın sonuna doğru yaptığı çalışmalar doğrultusunda liberalizmi yeniden formüllemeye çalıştı. Green klasik liberalizm tarafından savunulan denetimsiz kar arayışının, yeni adaletsizlik ve yoksulluk formları oluşturduğunu düşünüyordu. Green'e göre bireyler salt bireysel değil, sosyal sorumluluklar da taşımaktaydı. Negatif özgürlük sadece birey üzerindeki dışsal sınırlamaları kaldırır ve bu da bireye tercih özgürlüğü sağlar, kârını azamileştirme misyonuyla devinen iş dünyası düşünüldüğünde negatif özgürlük, mümkün olan en düşük ücretle emeğin satın alınması becerisini haklılaştırdığından dolayı ekonomik özgürlük sömürüye yol açabilir. Green iş sözleşmelerinin eşit veya özgür bireyler arasında yapılmadığını savunur. İşçilerin tek alternatifleri sefalet veya açlıktan ölmek olduğu için işi kabul etmek zorundayken işverenler çok sayıdaki işçi arasından işlerine yarayan işçileri seçme ayrıcalığını deneyimler. Bundan dolayı ona göre piyasadaki tercih özgürlüğü bireysel özgürlük için yeterli bir kavramlaştırma değildir.[18]

Green'den sonra gelen L. T. Hobhouse ve John A. Hobson, sosyal ve siyasal felsefeleri bakımından Green'in görüşlerini izlemledi. Yeni liberaller klasik liberalizm ve laissez-faire anlayışına karşı devletin sosyal, ekonomik ve kültürel yaşama müdahalesi lehine tavır sergiledi. Onlar bireysel özgürlüğü sadece olumlu sosyal ve ekonomik koşulların varlığı ile mümkün olabileceğini düşünüyordu. Yoksulluk, sefalet ve cehalet içinde yaşayan birçok insan özgürlük ve bireysel gelişmeyi olanaksız kılmaktaydı. Yeni liberaller bu koşulların sadece güçlü, refah odaklı ve müdahaleci devlet tarafından koordine edilen kolektif eylem yoluyla iyileştirilebileceğini düşünüyordu.[23] En önemli endişeleriyse bireysel özgürlükle devlet müdahalesinin bağdaştırılmasıydı. Hobhouse'a göre, işbirliği ve organizasyon düşüncesinden hareket eden sosyalizm ile bireysellik düşüncesini esas alan liberalizm karşıt olmaktan çok birbirini tamamlayan idealleri temsil ediyordu. Hobson da sınırlı bir kolektivist uygulamanın zamanla refahı artıracağını ve böylece devlet müdahalesine ihtiyacı azaltacağını düşünüyordu. 20. yüzyıl düşünürlerinden Berlin pozitif özgürlük anlayışının kapsayıcı bir siyasi ilke hâline getirilmesi durumunda totaliter bir potansiyel taşıdığına da dikkat çeker.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı'da egemen siyasi paradigma olan sosyal liberalizmin temelleri böyle atıldı. Avrupa'da, 1970 sonlarına kadar hâkim olan "sosyal demokrat uzlaşma"nın özünde yatan Marksist etkinin dışındaki en önemli fikir sosyal liberalizmdir. Sosyal liberalizm, Marksist olmayan çağdaş İngiliz solunda da en az Fabianizm kadar etkili olmuştur.[24]

Yeni Düzen politikaları doğrultusunda hükûmet işsizlere iş sağlamıştır.

Uygulanması

Birleşik Krallık

20. yüzyıl boyunca liberal partiler ve hükûmetler genellikle sosyal refah davasını kuvvetle savunmuşlardır. İngiltere'de refah devletinin ilk yapıtaşları, 1.Dünya Savaşından önce, 1906 seçimleri sonrası "Liberal refah reformları" adı altında liberal hükûmet tarafından atılmıştı. Bu hükûmet, yaşlılık aylığı ve sınırlı da olsa bir sağlık ve işsizlik sigortası sistemini uygulamaya koymuştu. İngiliz refah devleti uygulamaları, modern liberallerden William Beveridge tarafından kaleme alının 1942 Beveridge Raporuna göre 2.Dünya Savaşından sonra daha da genişletilmiştir. Bu uygulama, tüm yurttaşlara kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi oluşturmayı taahhüt ediyordu.[18][25]

Almanya

Bir Alman ekonomist olan Alexander Rüstow, ilk olarak ekonomik sosyal liberalizmin Alman varyantını buldu. 1932'de Sosyal Politika Derneği'nde konuşurken bu sosyal liberalizm varyantına neoliberalizm adını koydu, ancak bu terim şimdi Rüstow tarafından bulunandan farklı bir anlam taşıyor. Rüstow, sosyalizme ve Alman İmparatorluğu'nda geliştirilen klasik liberal ekonomiye bir alternatif istiyordu. 1938'de Rüstow, liberalizmin nasıl yenilenebileceğini belirlemek için Ludwig Mises, Friedrich Hayek ve Wilhelm Röpke gibi çeşitli ekonomik düşünürlerle bir araya geldi. Rüstow, serbest piyasaları zorlamak için güçlü bir devleti ve piyasa başarısızlıklarını düzeltmek için devlet müdahalesini savundu.[26]

2.Dünya Savaşı'ndan sonra, Rüstow'un şimdi genellikle ordoliberalizm veya sosyal piyasa ekonomisi olarak adlandırılan neoliberalizmi, Ekonomi Bakanı ve daha sonra Şansölye olan Ludwig Erhard yönetimindeki Batı Alman hükûmeti tarafından benimsendi. Fiyat kontrolleri kaldırıldı ve serbest piyasalar getirildi. Bu politikalar Almanya'nın savaş sonrası ekonomik toparlanmasıyla ilişkilendirilirken, Bismarck döneminde kurulan refah devleti giderek daha maliyetli hale geldi.[26]

Amerika Birleşik Devletleri

ABD'deki liberal refahçı anlayış 1930'larda F. D. Roosevelt'in yönetimi altında geliştirilmiştir. Roosevelt'in Yeni Düzen politikası çerçevesinde işsizlik, yaşlılar, çocuklar, dullar ve körler için kamusal yardım uygulamaya konmuştur, bunlar refah devletinin bir çeşit göstergesiydi. Onun politikaları ölümünden sonra da devam etmiştir. 1960'larda John Kennedy'nin yeni sınır siyasaları ve Lyndon Johnson'un Büyük Toplum programı çerçevesinde en üst düzeye ulaşmıştır.[18]

Türkiye

Kemalist ekonomi modeli, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923 İzmir İktisat Kongresinden 1929 Buhranına kadar uygulanan düzenlenmiş piyasanın başarısız olması sebebiyle 1930'larda "devletçilik" ilkesiyle birlikte uygulanmıştır. Atatürk, devletçiliğin isminin sosyalist devletçilikle karışmaması konusunda Medeni Bilgiler kitabında devletçilik ilkesinin, "sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ve komünizm"den farklı olduğunu ve Türkiye'ye özgü olduğunu belirtmiştir.[27] Atatürk, Kemalizm'in ekonomik olarak bireyci ve piyasacı olduğunu; devletin yalnızca gerektiği zamanlarda müdahale etmesi gerektiğini, ekonominin gelişmesinin bireyin gelişmesi ile olacağını ve bu yüzden devletin sınırının birey olduğunun altını çizmiştir.[28] Üstelik, 1 Kasım 1937 meclis açılış konuşmasında şunları söylemiştir: "Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla birlikte hiçbir piyasa da başı boş değildir."[29]

Ayrıca İsmet İnönü, Atatürk'ün devletçilik ilkesinin Keynesyen ve Türkiye'nin New Deal varyantı olduğunu söylemiştir.[30]

Diğer Avrupa ülkeleri

Batı Avrupa'daki diğer ülkelerin savaş sonrası hükûmetleri de sosyal liberal politikalar izledi. Bu politikalar, Avrupa'daki liberal partilerin 19. yüzyıldaki zirvelerinden güçlerinin azalmasıyla, öncelikle Hristiyan demokratlar ve sosyal demokratlar (sosyal liberaller) tarafından uygulandı.[31]

Kayda değer sosyal liberal düşünürler

Bu liste genellikle sosyal liberalizmin evrimine önemli katkılar sağlamış kimi önemli akademisyen ve politikacıları sunar.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Bibliyografya

  • Richardson, James L. (2001). Contending Liberalisms in World Politics. London: Lynne Rienner Publishers, Inc. 1-55587-915-2.

Dış bağlantılar