Sağcılık

geleneksel siyaseti destekleyen siyasi uyum, politik duruş

Sağcılık, toplumsal hiyerarşiyi veya toplumsal eşitsizliği kabul eden veya destekleyen siyasal duruş veya etkinliktir.[1][2][3][4] Toplumsal eşitsizlik, sağcılar tarafından; ya milletsel/ırksal farklılıklardan,[5] ya dini ve inançsal farklılıklardan,[6] ya kültürel ve sosyal farklılıklardan[7] ya da piyasa ekonomisindeki rekabetten[8][9] kaynaklandığı için kaçınılmaz, doğal, normal veya cazip bulunur.[2] Sağ ve sol isimli siyasal kavramlar, Fransız Devrimi (1789-1799) zamanında, ayrı görüşteki siyasetçilerin Fransız parlamentosunun sağında veya solunda oturmalarından esinlenilerek oluşturulmuştur; parlamento başkanının sağındaki koltuklarda oturanlar, çoğunlukla monarşist Ancien Régime destekçilerinden oluşmuştur.[10][11][12][13]

Fransa'da orijinal sağ; hiyerarşiyi, geleneği ve klerikalizmi destekleyen siyasetçileri kapsardı.[14] Sağcılar, sosyal eşitsizliğin olağanlığını açıklamak için doğal hukuku ve ulvi hukuku talep etmişlerdir.[2] La droite (sağ) ifadesi, Fransa'da 1815'te monarşinin yeniden kurulmasıyla birlikte, ultraroyalistlerin tanımlanmasında kullanımıyla öne çıkmıştır.[15] İngilizce konuşan ülkelerde "sağ" ve "sol" kavramlarının siyasette kullanımı, 20. yüzyılda başlamıştır.[16] Bu yüzden sağcılığın anlamı; toplumlara, tarihi dönemlere ve siyasal düzenlere ve ideolojilere göre değişiklik göstermiştir.[17] Bu kavram, aslen gelenekselci muhafazakârları ve gericileri tanımlamak için kullanılmasına rağmen zaman içinde; liberal muhafazakârları, klasik liberalleri, liberteryen muhafazakârları, Hristiyan demokratları ve çeşitli milliyetçileri de tanımlamada kullanılarak biraz daha çeşitlilik kazanmıştır.[13]

Çeşitleri

Sağcılığın siyasal yelpazesi merkez sağdan aşırı sağa kadar uzanır. 19. yüzyılın sonlarında Fransız siyasal yelpazesi; parlamenter monarşistleri, Orléanistleri ve Bonapartistleri merkez sağda değerlendirirken; Ultraroyalistleri ve Legitimistleri ise aşırı sağda değerlendirmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası Fransa'sındaki Gaullistler; eğitim ve altyapı çalışmalarına, buna ilaveten kapsamlı iktisadi düzenlemelere hatırı sayılır ölçüde sosyal harcama yapılmasını desteklemişlerdir ancak sosyal demokrasiye özgü varlığın yeniden tahsisi ölçüsüne sınırlama getirmişlerdir.

Duruşları

Anti-sosyalizm ve anti-komünizm

İlk sosyalist hareketler, o dönem Avrupa kıtasının çoğunda uygulanan geleneksel monarşilerle karşıt görüşte olmuşlardır. Avrupa monarşilerinin pek çoğu, komünist görüşlerin kamusal alanda ifade edilmesini yasa dışı ilan etmiştir. Karl Marx, Komünist Manifesto'da bu durumdan; "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor" şeklinde bahsederek monarşist yönetimdeki hükümdarların tahtları için endişe ettiklerini ileri sürmüştür. I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa'sında en büyük üç monarşist ülke: Rus İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda komünizme destek verilmesi yasa dışıydı. Pek çok monarşist (parlamenter monarşistler hariç), varlık ve siyasal güç konusundaki eşitsizliği, kutsal tabii düzenin bir sonucu olarak görmüştür. Ancak I. Dünya Savaşı sonrasında çoğu Avrupa ülkesinde, Kralın Kutsal Hakları gözden düşmüş ve bunun yerine liberal ve milliyetçi hareketler gelmiştir. Avrupa'daki krallar ve hükümdarlar göstermelik yönetici veya kukla başkan hâline gelmiş; seçimle gelmiş hükûmetler gerçek gücü elinde tutmuştur. En muhafazakâr Avrupa monarşilerinden biri olan Rusya İmparatorluğu, Ekim Devrimi sonucu Sovyetler Birliği olarak yeniden kurulmuştur. Rusların bu devrimi, 1917-1922 yıllarında diğer Avrupa devletlerinde başlayan bir dizi devrimi etkilemiştir. Bu devrimlerin pek çoğu, 1918-1919 Alman Devrimi'nde olduğu gibi milliyetçi ve monarşist askerî birlikler tarafından engellenmiştir.

1920'ler ve 1930'lar, geleneksel sağcılığın sönüşünü görmüştür. Anti-sosyalizm düşüncesi ise artık, bir yandan yükselişteki faşist hareketler, diğer yandan ABD ilhamlı liberal muhafazakârlar tarafından benimsenmiştir. Komünist gruplar ve siyasi partiler, 1920'lerde Çin Cumhuriyeti'nde olduğu gibi dünya çapında görünmeye başlandığında, sömürge yetkilileri veya yerel milliyetçi hareketler onların rakibi olmuştur.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra, sosyalizm ve komünizm küresel bir fenomen hâline gelmiştir. Ayrıca, anti-komünizm; hem ABD'nin hem de NATO müttefiklerinin yurt içi ve yurt dışı siyasal ilişkilerinin temel taşlarından biri olmuştur. Savaş sonrası muhafazakârlık, monarşist ve aristokrat köklerini tamamen terk ederek; yurtseverlik, din ve milliyetçiliğe odaklanmıştır. Komünistler de iç ve dış faaliyetlerinde kapitalizm karşıtı tavırlar alarak Wall Street'i, kitleleri baskı altına alan bir fenomen olarak nitelendirmiştir. ABD dış ilişkilerinde antikomünizmi en yüksek öncelik olarak ele almıştır ve Amerikalı pek çok muhafazakâr, yurtlarında komünist etki olarak gördükleri şeylerle mücadele etmişlerdir. Bunun sonucu olarak "McCarthycilik" kavramı altında kümelenen birtakım iç siyaset prensipleri kabul edilmiştir. Soğuk Savaş boyunca; Asya, Afrika ve Latin Amerika'da bulunan muhafazakâr hükûmetler siyasal ve iktisadi destek için ABD'ye yönelmişlerdir.

Din

Çoğunluk dinini hükûmetin desteklemesi, sağcılığın başlangıcından beridir bu hareketin büyük bir parçası olmuştur. Orijinal Fransız sağcılığı, Katolik Kilisesi'nin gücünü desteklemiştir ve solun antiklerikal birliğince teklif edilen laikleşme önerisine karşı çıkmıştır.[13] Fransız Devrimi sonrası Katolik Kilisesi üyeleri gibi sağcı görüşlere sahip dinî şahıslar; dinle bağlantılı toplumsal tabakalaşmayı ve dinî geleneklerin otoritesini geri getirmeyi veya yeniden yaratmayı talep etmişlerdir.[18] Joseph de Maistre, dinle ilgisi olmayan meselelerde Papa'nın dolaylı otoritesinin lehine görüşler bildirmiştir. Maistre'ye göre; sadece, tüm Avrupalı toplumların, özellikle Katolik Avrupa monarşilerinin geleneklerini ve uygulamalarını içeren bir Hristiyan anayasası üzerine kurulan hükûmetler, Fransız Devrimi'ndeki gibi akılcı siyasal programların uygulanmasını takiben oluşacak kargaşa ve kan dökülmesinden sakınabilir.

ABD'de Cumhuriyetçi Parti, Avrupa'da ise Hristiyan demokrat partiler tarafından desteklenen Hristiyan sağ, Batı'daki başlıca siyasi güçlerden biridir. Bu görüşe sahip parti mensupları, dini değerleri tasdik eden ve yasa dışı göçlere karşı çıkan kanunları desteklerler.[19] Hindu milliyetçiliği, Hindistan'daki sağcılığın bir bölümü olmuştur. Muhafazakâr popülizmin bir türü olan bu hareketi, sadece dominant konumlarına yapılacak tecavüzden korkan ayrıcalıklı gruplar değil, aynı zamanda; kültürel onur, düzen ve milli gücün çoğunlukçu retoriği tarafından tanınma arayışı içinde olan "avam" ve yoksul gruplar da desteklemektedir.[20] Ayrıca Büyük Birlik Partisi,[21] Mücahit Ruhban Birliği/Militan Ruhban Birliği[22][23] ve İran'daki İslami Mühendisler Derneği[24][25] gibi pek çok İslamcı grup, sağcılıkla bağlantılıdır.

Günümüzde, sosyal ve dinî anlamda pek çok muhafazakâr, özellikle evrim veya küresel ısınma tartışması gibi konularda bilimsel organizasyonlara karşıt bir konumda yer almaktadır.[26][27][28][29][30] Avrupa'da bu durum özellikle Türkiye'de göze çarpmaktadır.[31]

Farklı kategorilere ayrılması

Sağın tanımı tek tip değildir ve farklı toplumlara, tarihsel dönemlere, siyasi sistemlere ve ideolojilere göre değişir. Liberal demokrasilerde siyasi sağ genellikle sosyalizme ve sosyal demokrasiye karşıdır ve muhafazakar, Hristiyan demokrat, klasik liberal ve milliyetçi partilerin yanı sıra aşırı sağcı faşist grupları da içerir.[32]

Akademisyenler Noël O'Sullivan ve Roger Eatwell sağı beş kategoriye ayırmaktadır: gerici, ılımlı, radikal, aşırı ve yeni. Chip Berlet'e göre bu "düşünce tarzları" Fransız Devrimi'nden sonra ortaya çıkan liberalizm ve sosyalizm gibi sol ideolojilere verilen yanıtlardır.[33]

  • Gerici sağ geçmişe bakar ve aristokratik, dini ve otoriter eğilimlere sahiptir.
  • Edmund Burke tarafından örneklendirilen ılımlı sağ ise kademeli değişimi kabul eder ve hukukun üstünlüğü ve kapitalizm de dahil olmak üzere liberalizmin bazı yönlerini destekler. Bununla birlikte, radikal laissez-faire ve bireyciliği topluma zararlı olarak görürler ve milliyetçilik ile sosyal refah politikalarını desteklerler.
  • Radikal sağ, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra geliştirilen bir terimdir ve McCarthycilik, John Birch Topluluğu, Thatcherizm ve Cumhuriyetçi Parti gibi grup ve ideolojilere uygulanmıştır. Ancak Eatwell, bu sınıflandırmanın demokratik hareketleri tanımlamak için de kullanılmış olması nedeniyle önemli sorunları olduğunu belirtmektedir. Bu kategori sağ kanat popülizmi ve çeşitli alt türlerini kapsamaktadır.
  • Aşırı sağın dört özelliği vardır: demokrasi karşıtlığı, aşırı milliyetçilik, ırkçılık ve güçlü devlet.[34]
  • Yeni Sağ ise küçük devlet, serbest piyasa ve bireysel inisiyatifi savunan liberal muhafazakarlardan oluşmaktadır.

Bazı yazarlar merkez sağ ve aşırı sağ arasında ayrım yapmaktadır. Merkez sağ partiler tipik olarak liberal demokrasiyi, kapitalizmi, piyasa ekonomisini (tekelleri kontrol etmek için hükûmet düzenlemeleri ile birlikte), özel mülkiyet haklarını ve sınırlı bir refah devletini destekler. Muhafazakarlık ve ekonomik liberalizm ile aynı çizgide yer alırlar ve sosyalizm ile komünizme karşı çıkarlar.

Öte yandan aşırı sağ, baskın etnik grubu veya dini destekleyen ve diğerlerine karşı ayrımcılık yapan mutlak bir hükûmetten yanadır. İspanya'da Francisco Franco, İtalya'da Benito Mussolini, Nazi Almanya'sında Adolf Hitler ve Şili'de Augusto Pinochet aşırı sağ ile ilişkilendirilen önemli figürlerdir.[35][36][37]

Ayrıca bakınız

Kaynakça