Zorla kaybetme

bir kişinin bir devlet veya siyasi bir örgüt tarafından ya da bir devlet veya siyasi bir örgütün yetkilendirmesi, desteği veya rızası ile üçüncü bir tarafça gizlice kaçırılması veya hapsedilmesi

Zorla kaybetme (veya zorla kaybettirilme), bir kişinin bir devlet veya siyasi örgüt tarafından veya bir devlet veya siyasi örgütün yetkilendirmesi, desteği veya rızasıyla üçüncü bir tarafça gizlice kaçırılması veya hapsedilmesi ve ardından mağduru hukukun koruması dışına çıkarmak amacıyla kişinin akıbetini ve nerede olduğunu kabul etmeyi reddetmesidir.[1]

Tutuklu-Kayıp Aileleri Derneği üyesi kadınlar Pinochet askeri rejimi sırasında La Moneda Sarayı önünde gösteri yaptılar.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe giren Roma Statüsü'ne göre, herhangi bir sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiğinde, "zorla kaybetme" uluslararası ceza hukukunda zaman aşımına tabi olmayan insanlığa karşı bir suç olarak nitelendirilir. 20 Aralık 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'yi kabul etmiştir.

Zorla kaybetme çoğu zaman cinayet anlamına gelir; mağdur kaçırılır, yasadışı olarak alıkonulabilir, sorgulama sırasında işkenceye maruz kalır, nihayetinde öldürülür ve cesedi gizlice ortadan kaldırılır. Cinayeti işleyen taraf, kurbanın ölümüne dair hiçbir kanıt olmadığı için makul bir inkâr edilebilirliğe sahiptir. Devletler, uluslararası insan hakları hukuku uyarınca, zorla kaybedilen kişilerin kalıntılarını ailelerine iade etmekle yükümlüdür.[2]

Siyasi rakipleri "ortadan kaldırmak" da rejimler için halkları suç ortaklığına zorlamanın bir yoludur. Zorla kaybetmeler bir yandan her şey normalmiş gibi davranılmasına neden olurken, diğer yandan da potansiyel muhaliflere karşı bir terör taktiği olarak kullanılabilir. Arjantin'deki Kirli Savaş ya da Kuzey İrlanda sorununun her iki tarafının eylemleri bunun bir örneğidir.

İnsan hakları hukuku

Uluslararası insan hakları hukukunda, devlet eliyle kaybetmeler Viyana Beyannamesi ve Eylem Programı'ndan bu yana "zorla kaybetme" olarak adlandırılmaktadır. Örneğin, bu uygulama OAS'nin Kişilerin Zorla Kaybedilmesine İlişkin Amerikalılar Arası Sözleşmesi'nde özel olarak ele alınmaktadır. Nazi Almanyası'nın Gece ve Sis programı gibi silahlı çatışmalar sırasında zorla kaybetmelerin sistematik olarak gerçekleştiğine dair kanıtlar da vardır ve bunlar savaş suçu teşkil edebilir.[3]

Şubat 1980'de Birleşmiş Milletler, "evrensel bir yetkiyle kurulan ilk Birleşmiş Milletler insan hakları tematik mekanizması" olan Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu'nu kurdu. Ana görevi "kaybolduğu bildirilen aile üyelerinin akıbetini veya nerede olduğunu belirlemede ailelere yardımcı olmaktır." Ağustos 2014'te çalışma grubu 88 farklı devlette 43.250 çözülmemiş kayıp vakası rapor etmiştir.[4]

BM Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeye Karşı Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme, zorla kaybetmelerin yaygın veya sistematik bir şekilde uygulanmasının insanlığa karşı bir suç teşkil ettiğini belirtmektedir. Sözleşme, mağdurların ailelerine tazminat talep etme ve sevdiklerinin kaybedilmesiyle ilgili gerçeğin ortaya çıkarılmasını isteme hakkı vermektedir. Sözleşme, zorla kaybetmeye maruz kalmama hakkının yanı sıra, kaybedilen kişinin yakınlarının kaybedilen kişinin hakikatini ve nihai akıbetini bilme hakkını da sağlar. Sözleşme, bu suçun önlenmesi, soruşturulması ve cezalandırılmasına ilişkin çeşitli hükümler içermektedir. Ayrıca, mağdurların ve yakınlarının hakları ve esaretleri sırasında doğan çocukların haksız yere ortadan kaldırılmasına ilişkin hükümler de içermektedir. Sözleşme ayrıca, hem uygulamanın bastırılması hem de suçla ilgili insani yönlerin ele alınmasında uluslararası işbirliği yükümlülüğünü ortaya koymaktadır. Sözleşme, uluslararası düzeyde izleme ve koruma gibi önemli ve yenilikçi işlevlerle görevlendirilecek bir Zorla Kaybetmeler Komitesi kurmaktadır. Halihazırda, Zorla Kaybetmelere Karşı Uluslararası Koalisyon adlı uluslararası bir kampanya, sözleşmenin evrensel olarak onaylanması için çalışmaktadır.

Kayıplar iki düzeyde işliyor: sadece muhalifleri ve eleştirmenleri susturmakla kalmıyor, aynı zamanda daha geniş bir toplumda belirsizlik ve korku yaratarak muhalif ve eleştirel olacağını düşündükleri diğer kişileri de susturuyorlar. Kayıplar, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde (İHEB) ilan edilen birçok temel insan hakkının ihlalini beraberinde getirir. Kaybedilen kişi için bunlar arasında özgürlük hakkı, kişisel güvenlik ve insani muamele hakkı (işkenceye maruz kalmama dahil), adil yargılanma hakkı, hukuki danışmanlık ve kanun önünde eşit korunma hakkı ve masumiyet karinesi hakkı bulunmaktadır. Çoğu zaman hayatlarının geri kalanını kayıplar hakkında bilgi aramakla geçiren aileleri de mağdurdur.

Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü'ne göre zorla kaybetmeler, herhangi bir sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak, saldırının bilgisi dahilinde işlendiğinde insanlığa karşı suç teşkil etmektedir. Roma Statüsü zorla kaybetmeleri uluslararası insan hakları hukukundan farklı olarak "kişilerin bir devlet veya siyasi bir örgüt tarafından veya bunların yetkilendirmesi, desteği veya rızasıyla tutuklanması, alıkonulması veya kaçırılması, ardından özgürlükten yoksun bırakıldıklarının kabul edilmemesi veya bu kişilerin akıbeti veya nerede oldukları hakkında bilgi verilmemesi, bu kişilerin uzun bir süre boyunca hukukun koruması dışına çıkarılması" olarak tanımlamaktadır (Madde 7.2(i))

Hukuki gelişme ve uluslararası içtihat tarihi

Genel arka plan

Zorla kaybetme suçu, 26 Ağustos 1789'da Fransa'da Fransız Devrimi'nden çıkan otoriteler tarafından formüle edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde 7. ve 12. maddelerde belirtilen hakların tarihi ile başlar:

Madde 7. Yasanın belirlediği haller veya yasanın öngördüğü biçimin dışında başka bir yoldan hiç kimse suçlanamaz, yakalanamaz ve tutuklanamaz. Keyfi düzenlemeler yapılmasını isteyen, keyfi emirler veren, bunları uygulayan veya uygulanmasına izin verenler cezalandırılmalıdır... Madde 12. İnsan ve yurttaş haklarının güvence altına alınması için bir kamu gücüne ihtiyaç vardır. Dolayısıyla bu güç, onu yönetenlerin özel çıkarları için değil, herkesin yararı için kurulur.

On dokuzuncu yüzyıl boyunca, savaşlarda kullanılan ve savaşçılar arasında ölümlerin artmasına ve sivil nüfusun zarar görmesine neden olan teknolojik gelişmelerle birlikte, Batı toplumlarında insani farkındalık hareketleri, 1859'da Kızılhaç olarak bilinen ilk insani yardım örgütlerinin kurulmasıyla ve 1864 Cenevre Sözleşmesi şeklinde ilk uluslararası ihlal ve suç tiplemesiyle sonuçlandı.[5] İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1946'da Nürnberg duruşmaları, zorla kaybetme suçunun en önemli öncüllerinden biri olan Nacht und Nebel kararnamesini kamuoyunun dikkatine sundu. Duruşmalar, Nazi Almanyası'nın güvenliğine tehdit olarak görülen ve rejimin Avrupa'nın işgal altındaki topraklarında gözaltına alıp ölüme mahkum ettiği 20 kişinin ifadesini içeriyordu. Ancak infazlar hemen gerçekleştirilmemiş, bir süre sonra bu kişiler Almanya'ya sınır dışı edilerek Natzweiler-Struthof toplama kampı gibi yerlerde hapsedilmiş, daha sonra ortadan kaybolmuş ve kararnamenin III. maddesi uyarınca nerede oldukları ve akıbetleri hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir:

III. ... Alman ya da yabancı makamların bu tür tutuklular hakkında bilgi istemesi halinde, kendilerine tutuklandıkları, ancak yargılamanın daha fazla bilgi verilmesine izin vermediği söylenecektir.[6]

Alman Feldmareşal Wilhelm Keitel, Adolf Hitler'in "NN kararnamesinin" uygulanmasındaki rolü nedeniyle mahkum edilmiş, ancak o dönemde zorla kaybetmelerin insanlığa karşı suç olduğu kabul edilmediğinden, Nürnberg'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi onu savaş suçlarından suçlu bulmuştur.[7]

1974 yılından bu yana, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, 11 Eylül 1973 Şili askeri darbesiyle bağlantılı olarak yapılan şikayetler üzerine, kayıplar olgusuna tepki veren ilk uluslararası insan hakları organları olmuştur.[8] Bu ülkedeki İnsan Hakları Durumunu Araştırma Çalışma Grubunun 4 Şubat 1976'da Birleşmiş Milletler Komisyonuna sunduğu raporda, Fransız kökenli Alfonso Chanfreau'nun Temmuz 1974'te Santiago de Chile'deki evinde tutuklanmasıyla ilk kez böyle bir vakaya yer verilmiştir.

Daha önce, Şubat 1975'te, BM İnsan Hakları Komisyonu, Aralık 1975'te Kıbrıs ve Şili ile ilgili olarak kabul edilen iki Genel Kurul kararının bir parçası olarak, adanın bölünmesiyle sonuçlanan silahlı çatışmanın bir sonucu olarak Kıbrıs'taki kayıpları ele alan bir kararda "kendilerinden haber alınamayan kişiler" veya "kaybolmaları haklı gösterilemeyen kişiler" terimlerini kullanmıştı.[9][10]

1977 ve 1979 kararları

1977 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 32/118 sayılı kararında kayıplar konusunu tekrar ele aldı.[11] O zamana kadar, Nobel Ödülü sahibi Adolfo Pérez Esquivel uluslararası bir çağrıda bulunmuş ve Fransız hükümetinin de desteğiyle,[12] Genel Kurulun 20 Aralık 1978 tarihli 33/173 sayılı kararla yanıt vermesini sağlamıştı; bu kararda özellikle "kayıp kişiler"den söz ediliyor ve İnsan Hakları Komisyonundan uygun tavsiyelerde bulunması isteniyordu.

6 Mart 1979'da Komisyon, Dr. Felix Ermacora ve daha sonra siyasi baskılar nedeniyle istifa eden Waleed M. Sadi'nin Şili'deki kayıpların akıbeti sorununu incelemek üzere uzman olarak atanmasına izin verdi[13] ve 21 Kasım 1979'da Genel Kurula bir rapor sundu. Felix Ermacora'nın raporu, daha sonra uluslararası örgütler ve organlar tarafından toplanan bir dizi sonuç ve tavsiyeyi içererek suçun hukuki meselesi konusunda bir referans noktası haline geldi.[14]

Bu arada, aynı yıl içinde, Amerikan Devletleri Örgütü Genel Kurulu, Eylül ayında Arjantin'e gönderdiği ve birbirini izleyen askeri cuntalar tarafından zorla kaybetmelerin sistematik olarak uygulandığını teyit eden Amerikalılar Arası Komisyon heyetinin ardından, 31 Ekim'de Şili ile ilgili bir karar kabul etti ve bu kararda kayıplar uygulamasının "yarımkürenin vicdanına bir hakaret" olduğunu ilan etti.[15] Sivil toplum örgütlerinin ve kurbanların aile örgütlerinin telkinlerine rağmen, 31 Ekim 1979 tarihli aynı kararda, ADÖ Genel Kurulu, Arjantin hükümetinin baskısı üzerine, sadece kişilerin kaybolduğu devletleri bu tür kayıpların soruşturulmasını engelleyebilecek yasalar çıkarmaktan veya uygulamaktan kaçınmaya çağıran bir bildiri yayınladı.[16]

Félix Ermacora'nın raporundan kısa bir süre sonra, BM İnsan Hakları Komisyonu yapılan önerilerden birini değerlendirdi ve 29 Şubat 1980'de, komisyonun tematik mekanizmalarından ilki ve o zamandan beri hükümetlere atfedilebilecek vakalarda kayıplar sorunuyla ilgilenen ve komisyona ve hükümetlere kayıp kişilere ve ailelerine sağlanan korumanın iyileştirilmesi ve zorla kaybetme vakalarının önlenmesi için tavsiyelerde bulunan Birleşmiş Milletlerin en önemli organı olan Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubunun kurulmasına karar verdi. O zamandan bu yana, çeşitli uluslararası hukuk organlarında zorla kaybetme konusunda belirli bir içtihat oluşturmaya hizmet eden farklı gerekçeler geliştirilmeye başlandı.

1983 ADÖ kararı ve ilk mahkumiyetler

Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 28. maddesi uyarınca taraf devletlerin yükümlülüklerine uyup uymadıklarını denetlemek üzere 1977 yılında kurulan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Mart 1982 ve Temmuz 1983'te Eduardo Bleier davaları nedeniyle Uruguay Devleti'ni kınayan iki karar yayınladı,[17] Macaristan ve İsrail'de ikamet eden Uruguay Komünist Partisi eski üyesi, 1975 yılında Montevideo'da tutuklandıktan sonra kayboldu ve Elena Quinteros Almeida, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin askıya alınmasına yol açan bir olayda Haziran 1976'da Montevideo'daki Venezuela Büyükelçiliğinde tutuklanmasından bu yana kayıp. Komite kararlarında, Uluslararası Sözleşme'nin özellikle "özgürlük ve kişisel güvenlik hakkı", "tutukluların insanca ve insanın doğuştan sahip olduğu onura saygı gösterilerek muamele görme hakkı" ve "her insanın hukuki kişiliğinin tanınması hakkı" ile ilgili bir dizi maddesine dayanırken, Quinteros davasında ilk kez eşit derecede mağdur olarak kabul edilen yakınları lehine karar vermiştir.

1983 yılında Amerikan Devletleri Örgütü (ADÖ), 666 XIII-0/83 sayılı kararıyla zorla kaybetmenin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak tanımlanması gerektiğini ilan etti. Birkaç yıl sonra, 1988 ve 1989 yıllarında, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi, Honduras Devletini, kaybedilen Angel Manfredo Velásquez Rodríguez'in yaşam, özgürlük ve kişisel bütünlük haklarına saygı gösterme ve bu hakları güvence altına alma yükümlülüğünü ihlal ettiği için suçlu ilan eden ilk mahkumiyet kararlarını yayınladı. Rodríguez, Eylül 1981'de Tegucigalpa'da Honduras Silahlı Kuvvetlerine ve Saúl Godínez Cruz'a bağlı ağır silahlı siviller tarafından kaçırılan Honduraslı bir öğrenciydi.[18] Zorla kaybetme suçunun açık tanımı henüz yapılmadığından, mahkeme 1969 tarihli Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi'nin farklı maddelerine dayanmak zorunda kalmıştır. Amerikalılar Arası Mahkeme tarafından verilen diğer kararlar Kolombiya,[19] Guatemala ("sokak çocukları" davası da dahil olmak üzere çeşitli davalarda),[20] Peru[21] ve Bolivya'yı[22] mahkum etti.

Avrupa'daki durum ve 1993 ve 1995 kararları

Avrupa'da, 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nin 38. Maddesi uyarınca 1959 yılında kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyine üye tüm devletler için daimi ve bağlayıcı tek bir mahkeme haline gelmiştir. Avrupa Sözleşmesi'nde zorla kaybetme uygulamasına ilişkin açık bir yasak bulunmamasına rağmen Mahkeme, 1993 yılında Türk güvenlik güçleri ile Türkiye'nin güneydoğusundaki Kürt bölgesinde yaşayan PKK üyeleri veya destekçileri arasındaki çatışma bağlamında bazı kaybetme vakalarını ele almıştır.[23]

Zorla kaybetme suçunun hukuki tanımına temel oluşturan bir diğer organ da, 14 Aralık 1995 tarihli Dayton Barış Anlaşması'nın Ek 6'sı uyarınca kurulmuş bir insan hakları mahkemesi olan Bosna-Hersek İnsan Hakları Dairesi'dir. 20.000 vakanın çoğuyla ilgilenmek için ratione temporis yetkisiz ilan edilmiş olmasına rağmen, Bosna Sırp Cumhuriyeti[24] ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti aleyhine bir dizi mahkumiyet kararı vermiş[25] ve bazı kayıp ailelerine tazminat ödemiştir.

1992 Uluslararası Sözleşmesi'ne doğru

Uluslararası örgütlerin kararlarına paralel olarak, çeşitli sivil toplum örgütleri uluslararası bir sözleşme için projeler hazırladılar. 1981'de Institut des droits de l'homme du Barreau de Paris (Paris Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Enstitüsü) kayıplarla ilgili uluslararası bir sözleşmeyi teşvik etmek için üst düzey bir sempozyum düzenledi, bunu Arjantin İnsan Hakları Birliği, 1982'de Peru'nun yıllık kongresinde FEDEFAM ya da 1988'de Bogota'dan Colectivo de Abogados José Alvear Restrepo tarafından önerilen birkaç taslak bildirge ve sözleşme izledi.

Aynı yıl, o zamanki Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonunun Fransız uzmanı Louis Joinet, 1992 yılında Genel Kurul tarafından kabul edilecek olan taslak metni, Zorla Kaybetmelere Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri başlığıyla hazırladı. Sunulan tanım, Zorla veya İrade Dışı Kaybolmalar Çalışma Grubu tarafından geleneksel olarak kullanılan tanıma dayanıyordu. Bildirge, İşkenceye Karşı Sözleşme'nin aksine, devletlerin özel ceza yasaları çıkarmasını birincil yükümlülük olarak içermesine rağmen, evrensel yargı yetkisi ilkesi oluşturulmadı ve Bildirge hükümlerinin ve Çalışma Grubu tavsiyelerinin yasal olarak bağlayıcı olduğu kabul edilmedi, bu nedenle sadece birkaç devlet bunlara uymak için somut adımlar attı.[26]

Birleşmiş Milletler Deklarasyonu, eksikliklerine rağmen, 1987 yılında ADÖ Genel Kurulu tarafından Amerika kıtası için başlatılan bölgesel projenin uyanmasına hizmet etmiştir. 1988 yılında Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu tarafından taslağı hazırlanmış olmasına rağmen, uzun tartışmalara ve durgunlukla sonuçlanan değişikliklere maruz kalmıştır. Haziran 1994'te ADÖ Genel Kurulu nihayet konuyla ilgili ilk yasal bağlayıcılığı olan Kişilerin Zorla Kaybedilmesine ilişkin Amerikalılar Arası Sözleşmeyi onayladı ve sekiz ülke tarafından onaylanmasının ardından 28 Mart 1996'da yürürlüğe girdi:[27] Arjantin, Panama, Uruguay, Kosta Rika, Paraguay, Venezuela, Bolivya ve Guatemala.

Bağlayıcılığı olmayan ve zorla kaybetme uygulamalarını çok az etkileyebilen Birleşmiş Milletler Deklarasyonu'nun yetersiz başarısı karşısında, bir dizi sivil toplum örgütü ve uzman, Birleşmiş Milletler çerçevesinde bir sözleşme kabul ederek kaybetmelere karşı korumayı güçlendirmeyi önerdi. Bunu, Louis Joinet tarafından Ağustos 1988'de bir taslak alt komite şeklinde sunulan 1981 Paris Kolokyumu müzakereleri izledi. Çok sayıda hükümet, uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşu, Genel Sekreter Kofi Annan'ın projeye yorum ve gözlemlerini sunma davetine yanıt verdi.[28]

2006 Uluslararası Sözleşmesi

20 Aralık 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 25 yılı aşkın bir geliştirme sürecinin ardından Kişilerin Zorla Kaybedilmesine Dair Uluslararası Sözleşme metnini kabul etmiş ve 6 Şubat 2007 tarihinde[29] Paris'te ilk imzacı 53 ülkenin temsilcilerinin katıldığı ve 20'sinin derhal onayladığı bir törenle imzalanmıştır. İnsan Hakları Komisyonu 19 Nisan 2007 tarihinde sözleşmeyi onaylayan ülkelerin listesini güncellemiş ve bu listede 59 ülke yer almıştır.

BM raporu (1980-2009)

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun (İHK) Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubunun 1980 yılında kurulmasından bu yana, zorla kaybetme suçunun beş kıtada birçok ülkeyi etkileyen küresel bir sorun olduğu kanıtlanmıştır. İHK tarafından özel bir takibin konusudur ve düzenli olarak şikayet ve durum ile ilgili raporların yanı sıra ilgili hükümetlerin yanıt ve eylemlerini yayınlamaktadır.[30]

2009 Çalışma Grubu raporunda, Çalışma Grubu tarafından 1980'deki başlangıcından bu yana Hükümetlere iletilen ve 82 devleti etkileyen toplam 53.232 vaka kaydedilmiştir. Açıklığa kavuşturulmadığı, kapatıldığı ya da süreklilik arz etmediği için halen incelenmekte olan vaka sayısı 42.600'dür. Çalışma Grubu 2004 yılından bu yana 1776 vakayı açıklığa kavuşturmuştur. Bir önceki rapor olan 2007'de vaka sayısı 51.531 idi ve 79 ülkeyi etkiliyordu.[31] Vakalardaki ülkelerin birçoğu içeride şiddetli çatışmalardan etkilenirken, diğer ülkelerde siyasi muhaliflere yönelik baskıcı politikaların uygulanması kınanmaktadır. Diğer ülkelerde, genellikle batı ve Avrupa yarımküresinde, hala çözülmemiş ve kalıcı suç teşkil eden tarihi vakalar vardır.

BM'nin 2009 yılı resmi raporunda, kayıp şahıs vakalarının tespit edildiği 82 ülke arasında en fazla sayıda (1000'den fazla) kayıp vakası iletilen ülkeler yer almaktadır:[32] Irak (16.544), Sri Lanka (12.226), Arjantin (3449), Guatemala (3155), Peru (3009), Cezayir (2939), El Salvador (2661) ve Kolombiya (1235). Çok sayıda vakanın ihbar edildiği diğer ülkeler (1000 ila 100 arasında) şunlardır: Şili (907), Çin (116), Kongo (114), Etiyopya (119), Filipinler (780), Honduras (207), Hindistan (430), Endonezya (165), İran (532), Lübnan (320), Fas (268), Meksika (392), Nepal (672), Nikaragua (234), Rusya (478), Sudan, Yemen (155) ve Doğu Timor (504).

Örnekler

Uluslararası Af Örgütü veya İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi STK'lar yıllık raporlarında bilinen zorla kaybetme vakalarının sayısını kaydetmektedir.[kaynak belirtilmeli]

Cezayir

1992'de İslamcı gerillaların, İslamcıların seçim zaferini iptal eden askerî hükümete saldırmasıyla başlayan Cezayir İç Savaşı sırasında binlerce insan zorla kaybedildi. Kayıplar 1990'ların sonuna kadar devam etti ancak 1997'de şiddetin azalmasıyla birlikte keskin bir düşüş yaşandı. Kaybedilenlerin bir kısmı gerillalar tarafından kaçırıldı ya da öldürüldü, ancak diğerlerinin devlet güvenlik güçleri tarafından kaçırıldığı tahmin ediliyor. Bu son grup en tartışmalı grup haline gelmiştir. Kesin sayıları hala tartışmalı olmakla birlikte, hükümet şu anda öldüğü varsayılan 6000'den biraz fazla kayıp olduğunu kabul etti. Muhalefet kaynakları ise gerçek sayının 17.000'e yakın olduğunu iddia etmektedir.[33] Savaşta toplam 150.000-200.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

2005 yılında tartışmalı bir af yasası referandumda onaylandı. Bu yasa "kayıp" ailelerine maddi tazminat ödenmesini öngörüyordu, ancak aynı zamanda polisin suçlarla ilgili soruşturmalarını da fiilen sona erdiriyordu.[34]

Arjantin

Arjantin'de 1976 darbesinin 35. yıldönümünü anmak üzere Buenos Aires'te düzenlenen bir gösteri sırasında kaybolanların resimlerinin yer aldığı bayrak.

Arjantin Kirli Savaşı ve Condor Operasyonu sırasında, birçok siyasi muhalif olduğu iddia edilen kişi kaçırıldı veya yasa dışı olarak gözaltına alındı ve sorgulandıkları, işkence gördükleri ve neredeyse her zaman öldürüldükleri ESMA gibi gizli gözaltı merkezlerinde tutuldular. Garaje Azopardo ve Orletti de dahil olmak üzere yaklaşık 500 gizli gözaltı kampı vardı. Çoğunluğu Buenos Aires'te bulunan bu işkence yerleri, Kirli Savaş'taki toplam sayıya 30.000 kadar desaparecidos ya da kayıp kişi olarak katkıda bulundu. Kurbanlar garaj ya da bodrum gibi yerlere götürülüyor ve günlerce işkenceye maruz bırakılıyordu.[35] Kaybedilenlerin çoğu askeri cunta için siyasi ya da ideolojik tehdit olarak görülen kişilerdi.[36] Arjantin Ordusu istihbarat elde etmek için işkenceyi meşrulaştırıyor ve kayıpları siyasi muhalefeti engellemenin bir yolu olarak görüyordu.[36] Kaçırılan hamile kadınlar doğum yapana kadar esir tutulduktan sonra genellikle öldürülüyordu. Bu şekilde doğan 500 bebeğin orduyla yakın bağları olan ailelere gayriresmi olarak evlatlık verildiği tahmin edilmektedir.[37]

Sonunda esirlerin birçoğu ağır şekilde uyuşturularak uçaklara bindirildi ve Atlantik Okyanusu üzerinde uçarken "ölüm uçuşları" (vuelos de la muerte) sırasında, ölümlerine dair hiçbir iz bırakmayacak şekilde canlı olarak atıldılar.[38] Cesetler olmadan, hükümet nerede olduklarına dair her türlü bilgiyi ve öldürüldüklerine dair suçlamaları inkar edebiliyordu. Zorla kaybetmeler, askeri cuntanın muhalefeti susturma ve gerillaların kararlılığını kırma girişimiydi.[36] Bu ve diğer şekillerde öldürüldükleri varsayılan kayıp insanlar bugün "kayıplar" (los desaparecidos) olarak anılmaktadır.[39]

Plaza de Mayo Anneleri ve Plaza de Mayo Büyükanneleri adlı aktivist gruplar - 1977 yılında diktatörlüğün "kayıp" kurbanlarının anneleri ve büyükanneleri tarafından - Kirli Savaş sırasında esaret altında doğan çocukları bulmak[40] ve daha sonra insanlığa karşı işlenen suçların suçlularını tespit ederek yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını teşvik etmek amacıyla kuruldu. Yaklaşık 500 çocuğun yasadışı olarak evlatlık verildiği tahmin edilmektedir; 2016 itibarıyla 120 vaka DNA testleriyle doğrulanmıştır.[41]

Desaparecidos terimi fiili Devlet Başkanı General Jorge Rafael Videla tarafından kullanılmış ve Videla bir basın toplantısında "Onlar sadece... desaparecidos. Ne hayattalar ne de ölüler. Sadece kayıplar" dedi.[42] Arjantin'de 1976 ve 1983 yılları arasında 30.000 kadar kişinin (CONADEP'in resmi raporuna göre 8960 isimlendirilmiş vaka)[43] öldürüldüğü ve pek çok vakanın da kaybolduğu düşünülmektedir. İlk olarak 2004 yılında John Dinges tarafından yayınlanan gizli bir telgrafta, 1975 yılında kurbanları saymaya başlayan Arjantin 601. İstihbarat Taburu, 1978 yılının ortalarında 22.000 kişinin öldürüldüğünü ya da "kaybolduğunu" tahmin ediyordu.[44]

Bangladeş

2010 yılından bu yana Avami Birliği rejimi altında Bangladeş'te çoğu muhalif lider ve aktivist olmak üzere en az 500 kişinin devlet güvenlik güçleri tarafından kaybedildiği açıklandı.[45][46][47] Yerel bir insan hakları örgütünün raporuna göre 2014 yılının Ocak ayından Eylül ayına kadar 82 kişi kayboldu.[48] Kaybolmaların ardından kurbanlardan en az 39'u ölü bulunurken diğerleri kayıp olarak kaldı.[47] 25 Haziran 2010 tarihinde muhalefet liderlerinden Chowdhury Alam eyalet polisi tarafından tutuklandı ve o tarihten bu yana kayıp.[49] Kaçırıldığı daha sonra kolluk kuvvetleri tarafından inkâr edildi.[50] 17 Nisan 2012 tarihinde ana muhalefet partilerinden Bangladeş Milliyetçi Partisinin bir diğer önde gelen lideri İlyas Ali kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından ortadan kayboldu. Olay medyada geniş yer buldu. Tartışmalı 2014 ulusal seçimlerinden önce en az 19 muhalif güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı.[51] Zorla kaybetme olayları hem yerel hem de uluslararası insan hakları örgütleri tarafından kınandı. Hükümetin bu tür kayıpları soruşturması yönündeki taleplere rağmen, bu tür vakalara ilişkin soruşturmalar yapılmadı.[51][52][53]

Belarus

Varşova'da Belarus'taki muhaliflerin kaybolmasını hatırlatan gösteri

1999 yılında muhalefet liderleri Yuri Zaçaranka ve Viktar Hançar ile iş ortağı Anatol Krasouski ortadan kayboldu. Hançar ve Krasouski, Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko'nun güvenlik servislerinin şeflerine "muhalif pisliklerin" üzerine gitmelerini emrettiği devlet televizyonu yayınıyla aynı gün ortadan kayboldular. Belarus Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Komitesinin (KGB) onları sürekli gözetim altında tutmasına rağmen, resmi soruşturma davanın çözülemediğini açıkladı. Gazeteci Dimitri Zavadski'nin 2000 yılında kaybolmasıyla ilgili soruşturma da sonuç vermedi. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından hazırlanan ve Belaruslu üst düzey yetkilileri kayıp vakalarıyla ilişkilendiren raporun kopyalarına el konuldu.[54]

Aralık 2019'da Deutsche Welle, Belarus İçişleri Bakanlığının özel bir biriminin eski bir üyesi olan Yuri Garavski'nin, Zeçaranka'yı tutuklayan, götüren ve öldürenin kendi birimi olduğunu ve daha sonra Viktar Hançar ve Anatol Krassouski'ye de aynı şeyi yaptıklarını doğruladığı bir belgesel film yayınladı.[55]

Bosna-Hersek

Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç 8 Nisan 1994 tarihinde, Bosna Savaşı'nda terör estirmek ve Sırp savaşçıların moralini bozmak amacıyla ordu ve istihbarat servislerinin zorla kaybetme eylemleri gerçekleştirmesine izin veren bir yasa imzaladı. Bu yasaya cevaben Bosna Hersek Cumhuriyeti Ordusu, ICSR (Informativni Centar za Spas Republike, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin eski istihbarat servisi) ile birlikte savaşta yakalanan Sırp savaşçıların kaçırılması, işkence edilmesi ve ölüm uçuşlarıyla ortadan kaybolmasından sorumlu olan 125. Taburu kurdu. Mostar Havaalanı savaş sırasında kaybolan kişileri gözaltına almak için kullanıldı. Uluslararası Af Örgütü 2015 yılında "Bosna-Hersek'teki yetkililerden, savaş sırasında zorla kaybedilen 8000'den fazla vakayı çözüme kavuşturma taahhüdünde bulunmalarını" istedi.[56]

Şili

Parlamentoyu kapattı, siyasi hayatı boğdu, sendikaları yasakladı ve Şili'yi sultanlığı haline getirdi. Hükûmeti 3000 muhalifi kaybetti, 30.000'ini tutukladı (binlercesine işkence yaptı) ... Pinochet'in adı sonsuza dek Desaparecidos, Ölüm Kervanı ve Villa Grimaldi kompleksinde gerçekleşen kurumsallaşmış işkence ile anılacaktır.

—Thor Halvorssen, Human Rights Foundation Başkanı, National Review[57]

Şili ordusunun 11 Eylül 1973'te iktidarı ele geçirmesinin hemen ardından, dönemin başkomutanı Augusto Pinochet liderliğindeki askeri cunta, demokratik yollarla seçilmiş başkan Salvador Allende'nin UP koalisyonunu oluşturan tüm sol partileri yasakladı.[58] Diğer tüm partiler "süresiz olarak kapatıldı" ve daha sonra da tamamen yasaklandı. Rejimin uyguladığı şiddet sadece muhaliflere değil, muhaliflerin ailelerine ve diğer sivillere de yöneldi.[58]

Rettig Raporu, askeri diktatörlük döneminde kaybolan 2279 kişinin siyasi nedenlerle veya siyasi şiddet sonucu öldürüldüğünü, daha sonra hazırlanan Valech Raporu ise yaklaşık 31.947 kişinin işkence gördüğünü ve 1312 kişinin sürgüne gönderildiğini ortaya koymuştur. Sonuncular istihbarat teşkilatları tarafından dünyanın her yerinde takip edildi. Latin Amerika'da bu takip, Panama'daki Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) iletişim üssünün desteğiyle çeşitli Güney Amerika ülkelerinin istihbarat teşkilatları arasında ortak bir operasyon olan Condor Operasyonu himayesinde yapıldı. Pinochet bu operasyonları ülkeyi komünizmden kurtarmak için gerekli olduğu şeklinde gerekçelendirdi.[59]

Bazı siyaset bilimciler darbenin görece kanlı olmasını, yıkılması için aşırı bir eylem gerektiren mevcut demokratik sistemin istikrarına bağlamışlardır. En ünlü insan hakları ihlalleri vakalarından bazıları erken dönemde meydana geldi: Ekim 1973'te Ölüm Kervanı tarafından ülke genelinde en az 70 kişi öldürüldü. ABD'li gazeteci Charles Horman, Sosyalist Parti üyesi Víctor Olea Alegría ve diğer pek çok kişi 1973 yılında "ortadan kayboldu". Matematikçi Boris Weisfeiler'in Parral'da Nazi Hristiyan papaz Paul Schäfer tarafından kurulan ve gizli polis DINA tarafından gözaltı merkezi olarak kullanılan bir Alman kolonisi olan Colonia Dignidad yakınlarında kaybolduğu düşünülmektedir.[60]

Santiago, Şili'de Villa Grimaldi'deki Parque por la Paz'da yapılan sanatta kaybolan insanlar

Dahası, Allende hükümetinin diğer birçok önemli yetkilisi Condor Operasyonu sırasında Dirección de Inteligencia Nacional (DINA) tarafından takip edildi. Nitekim Pinochet'nin selefi ve Allende döneminde ordu komutanı olan General Carlos Prats, Allende hükümetine karşı yapılan hamleleri desteklemek yerine istifa etmiş ve 1974 yılında Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te bombalı bir araçla öldürülmüştür. Bir yıl sonra, yurt dışındaki 119 muhalifin ölümünün Marksist gruplar arasındaki çatışmaların ürünü olduğu iddia edildi ve DINA bu tezi yaymak için Colombo Operasyonu adında bir dezenformasyon kampanyası başlattı. Kampanya Şili'nin önde gelen gazetesi El Mercurio tarafından meşrulaştırıldı ve desteklendi.

Condor Operasyonu'nun diğer önde gelen kurbanları arasında, daha az ünlü binlerce kişi arasında, 2 Haziran 1976'da Buenos Aires'te suikasta uğrayan Bolivya eski Devlet Başkanı Juan José Torres; Temmuz 1976'da suikasta uğrayan CEPAL için çalışan BM diplomatı Carmelo Soria; ve 21 Eylül 1976'da Washington D.C.'de gözaltı ve sürgünden serbest bırakıldıktan sonra arabasına konan bombayla öldürülen Şili'nin eski ABD Büyükelçisi ve Allende'nin kabinesinde bakan olan Orlando Letelier vardı. Bu olay ABD ile ilişkilerin gerilmesine ve DINA için çalışan ve Letelier'in suikastını organize eden ABD vatandaşı Michael Townley'in iade edilmesine yol açtı. Suikast girişimlerinden kurtulan diğer kurbanlar arasında, 1975 yılında Roma'da İtalyan neo-faşist Stefano Delle Chiaie'nin suikast girişiminden kıl payı kurtulan Hristiyan-Demokrat politikacı Bernardo Leighton (suikast girişimi Leighton ve eşi Anita Fresno'yu ağır yaralamış ve kalıcı olarak sakat bırakmıştır); 1975 yılında Pinochet tarafından öldürülmek üzere hedef alınan Şili Sosyalist Partisi lideri Carlos Altamirano yer almaktadır; yazar ve Komünist Parti üyesi Volodia Teitelboim; Mart 1976'da Kosta Rika'da bir suikast girişiminden kurtulan Salvador Allende'nin yeğeni ve MIR başkanı Pascal Allende ve Condor Operasyonu'nu kınadığı için DINA ve Uruguay istihbarat görevlileri tarafından ölüm tehditleri alan ve potansiyel suikast hedefi olan ABD Kongre üyesi Ed Koch. Ayrıca, mevcut soruşturmalara göre, 1964-1970 yılları arasında Şili'nin Hristiyan Demokrat Başkanı olan Eduardo Frei Montalva, 1982 yılında DINA biyokimyacısı Eugenio Berrios tarafından üretilen bir toksinle zehirlenmiş olabilir.[61] Berríos'un kendisinin de 1990'ların başında Uruguay'a kaçırıldıktan sonra Şili istihbaratı tarafından bu ülkede öldürüldüğü söylenmektedir.

Kaybolan öğrenciler ve profesörler, Şili Üniversitesi Hukuk Fakültesi.

Ancak protestolar 1980'ler boyunca devam etti ve çeşitli skandallara yol açtı. Mart 1985'te üç Şili Komünist Partisi (PCC) üyesinin korkunç bir şekilde öldürülmesi, Şili jandarması Carabineros de Chile'nin başı ve kuruluşundan bu yana cunta üyesi olan César Mendoza'nın istifasına yol açtı. 1986 yılında Pinochet'e karşı düzenlenen bir protesto sırasında 21 yaşındaki Amerikalı fotoğrafçı Rodrigo Rojas DeNegri ve 18 yaşındaki öğrenci Carmen Gloria Quintana diri diri yakılmış, Rojas öldürülmüştür.

Ağustos 1989'da Manuel Rodríguez Yurtsever Cephesinin (FPMR, 1983'te kurulan ve 7 Eylül 1986'da Pinochet'e suikast girişiminde bulunan PCC'nin silahlı kanadı) 21 yaşındaki üyesi Marcelo Barrios Andres, Valparaíso savcısının emriyle kendisini tutuklaması gereken bir grup askeri personel tarafından öldürüldü. Onu yerinde infaz ettiler; bu vaka Rettig Raporu'na dahil edildi.[62] Askeri diktatörlük döneminde öldürülen ve kaybolanlar arasında 440 MIR gerillası da vardı.[63]

Çin

Gedhun Choekyi Nyima, 14. (ve şimdiki) Dalay Lama Tenzin Gyatso tarafından 11. Pançen Lama olarak tanımlandıktan kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte Çin hükümeti tarafından gözaltına alındı.[64][65][66] Çin hükümeti onun yerine Gyaincain Norbu'yu Pançen Lama olarak atadı, ancak Norbu Tibet'te veya başka bir yerde (Çin dışında) Pançen Lama olarak tanınmıyor.[67][68] Nyima gözaltına alındığından beri halk arasında görülmedi, ancak Çin hükümeti onun hayatta ve iyi olduğunu, ancak "rahatsız edilmek istemediğini" iddia ediyor.[69]

Hong Kong

Lee Bo (李波) Hong Kong ve Birleşik Krallık çifte vatandaşıydı. 30 Aralık 2015 akşamı Lee ortadan kayboldu. Eşi kısa bir süre sonra Lee'den bir telefon aldı (Caller ID Shenzhen'dendi) ve Mandarin dilinde (genellikle konuştukları Kantonca değil) bir süre için bir soruşturmaya yardımcı olması gerektiğini ve bir süre evde olamayacağını ya da daha fazla bilgi veremeyeceğini açıkladı.

Lee, Causeway Bay Books ve Çin Komünist Partisi liderlerinin siyasi dedikoduları ve diğer ürkütücü konularla ilgili kitapların satışında uzmanlaşmış Might Current yayınevinin ortak sahibiydi. Bu kitaplar Çin anakarasında yasaklanmıştı ancak Hong Kong'u ziyaret eden turistler arasında popülerdi. Ekim 2015'in sonlarına doğru, kitabevi ve yayıncının dört ortak sahibi ve yöneticisi, Gui Minhai, Lui Bo (呂波), Cheung Jiping (張志平) ve Lam Wing-kei, Merkezi Vaka İnceleme Grubu tarafından gözaltına alındıklarına inanılarak Tayland ve Çin anakarasında kayboldu. Lee, meslektaşlarının kaybolmasının ardından çeşitli mülakatlarda güvenliğinden endişe duyduğunu ifade etmiş ve tüm seyahat belgelerini kasıtlı olarak evde bırakmıştır (kaybolmasının ardından eşi tarafından teyit edilmiştir).

Lee'nin kaybolması büyük ilgi çekti. Beş kişinin de ortadan kaybolmasının, Çin Komünist Partisini utandıracak bazı haberlerle bağlantılı olduğu tahmin ediliyordu. Hong Kong vatandaşları, tek ülke iki sistem altında, ÇHC kolluk kuvvetlerinin özel idari bölgede (SAR) faaliyet gösterememesi nedeniyle Temel Kanun tarafından korunmaktadır. Çin anakarasındaki çoğu yasa geçerli değildir.[kaynak belirtilmeli] Lee'nin ortadan kaybolması 27. Madde'ye ve en önemlisi Hong Kong vatandaşlarına vadedilen ve anakara Çin'de genellikle verilmeyen birçok hak, özgürlük ve korumaya yönelik bir tehdit olarak değerlendirildi.[70][71][72]

Kolombiya

2009 yılında Kolombiyalı savcılar, ülkede devam eden iç çatışma sırasında paramiliter ve gerilla grupları nedeniyle tahminen 28.000 kişinin kaybolduğunu bildirmiştir. 2008 yılında 300 kurbanın cesedi tespit edilmiş, bir sonraki yıl ise 600 kurbanın daha cesedi bulunmuştur. Kolombiyalı yetkililere göre, bulunan tüm cesetlerin kimliklerinin tespit edilmesi uzun yıllar alacaktır.[73]

Mısır

Zorla kaybetme, Abdülfettah es-Sisi yönetimindeki Mısır makamları tarafından, terörle mücadele adı altında Sisi karşıtlarını korkutmak, sorgulamak ve işkence etmek için önemli bir araç olarak kullanılmıştır.[74] Aralarında siyasi aktivistler, protestocular, kadınlar ve çocukların da bulunduğu yüzlerce kişi zorla kaybedildi. Günde yaklaşık üç ila dört kişi, genellikle evlerini basan, birçoğunu gözaltına alan, gözlerini bağlayan ve aylarca kelepçeleyen UGA subaylarının liderliğindeki ağır silahlı güvenlik güçleri tarafından ele geçiriliyordu.[74][75]

1 Ağustos 2016 ile Ağustos 2017 ortası arasında 378 kişi zorla kaybedilmiştir. 291 kişinin yeri tespit edilirken, geri kalanlar hala zorla kaybedilmektedir. 2017'de kaybolan 52 çocuktan üçü yargısız infazla öldürüldü.[76]

2020 yılında Mısır Hak ve Özgürlükler Komisyonu (ECRF) zorla kaybetmelerle ilgili beş yıllık bir rapor yayınladı ve ülkede Ağustos 2015'ten bu yana bu tür 2723 vakanın belgelendiğini ortaya koydu.[77][78]

Uluslararası Af Örgütü, Mart 2021'de Mısır yetkililerini, Ömer Abdülhamid Ebu el-Naga ve Manar Adil Ebu el-Naga adlı karı kocanın 9 Mart 2019'da tutuklandıktan sonra bir yaşındaki çocukları el-Baraa ile birlikte zorla kaybedilmesinden dolayı kınadı. 20 Şubat 2021'de eşi, Yüksek Devlet Güvenlik Savcılığı (YDGS) önünde bir terörist grupla bağlantısı olup olmadığı konusunda sorgulandı. El-Kanater kadın hapishanesinde daha ileri soruşturmalar için 15 gün gözaltında tutulurken, yaklaşık 3 yaşındaki oğlu akrabalarına teslim edildi. Ancak Ömer zorla kaybedilmeye maruz kalmaya devam etti.[79][80] Uluslararası Af Örgütü, Mısır'ı ailenin kaybedilmesine ilişkin etkili bir soruşturma yürütmeye çağırdı ve "Genç bir annenin bir yaşındaki bebeğiyle birlikte alıkonulması ve 23 ay boyunca yasaların koruması dışında ve dış dünyayla hiçbir temasları olmadan bir odaya hapsedilmeleri, Mısır yetkililerinin muhalefeti bastırmak ve korku aşılamak için sürdürdüğü kampanyanın yeni bir vahşet seviyesine ulaştığını gösteriyor" dedi.[79][80]

El Salvador

BM Zorla ve İrade Dışı Kaybetmelere Karşı Çalışma Grubuna göre, El Salvador'da zorla kaybetmeler hem Salvador İç Savaşı öncesinde (1978'den başlayarak) hem de savaş sırasında sistematik olarak gerçekleştirilmiştir. Salvadorlu sivil toplum örgütleri 8000'den fazla kayıp vakası yaşandığını tahmin etmektedir ve El Salvador için Hakikat Komisyonu Raporu'nda 5500'den fazla kişinin zorla kaybetme mağduru olabileceği tahmin edilmektedir. El Salvador İnsan Haklarını Koruma Savcısı Ofisinin iddialarına göre

Kayıplar genellikle, görünürdeki amacı terör yaratmak ve potansiyel olarak gerilla olabilecek halk üyelerini ortadan kaldırmak olan operasyonlar sırasında, çatışmayla hiçbir ilgisi olmayan siviller de dahil olmak üzere, hükümet muhalifi olarak tanımlanan veya hükümet muhalifi olduğundan şüphelenilen kişilerin gözaltına alınması ve daha sonra kaybedilmesi veya infaz edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir.

"Çatışma döneminde devlet tarafından kurumsallaştırılan şiddet içinde kasıtlı bir stratejinin parçası" olduğu düşünülen çocukların zorla kaybedilmesi vakaları meydana gelmiştir.[81]

Ekvator Ginesi

BM İnsan Hakları Konseyi Ekvator Ginesi Misyonuna göre,[82] Ekvator Ginesi Hükümetinin ajanları bölgedeki diğer ülkelerden mültecilerin kaçırılmasından ve gizli gözaltında tutulmasından sorumludur.[83] Örneğin, Ocak 2010'da dört erkek Benin'den Ekvator Ginesi güvenlik güçleri tarafından kaçırılmış, gizli gözaltında tutulmuş, işkenceye maruz bırakılmış ve Ağustos 2010'da askeri mahkeme tarafından mahkum edildikten hemen sonra idam edilmiştir.[84]

Almanya

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası, işgal altındaki ülkelerde Gestapo'nun şubeleri de dahil olmak üzere, bilinen veya şüphelenilen muhalifleri veya partizanları avlamak için gizli polis güçleri kurdu. Bu taktiğe, Nazi güçleri tarafından herhangi bir uyarı yapılmadan tutuklandıktan sonra ortadan kaybolanları tanımlamak için Nacht und Nebel (Gece ve Sis) adı verildi. Naziler bu politikayı hem Almanya içindeki siyasi muhaliflere hem de işgal altındaki Avrupa'daki direnişçilere karşı uyguladı. Kurbanların çoğu olay yerinde öldürüldü ya da daha sonra öldürülecekleri beklentisiyle toplama kamplarına gönderildi.

Guatemala

Guatemala, sivil nüfusa karşı genel bir terör uygulaması olarak insanların kaybedildiği ilk ülkelerden biriydi. Zorla kaybetme, 36 yıl süren Guatemala İç Savaşı sırasında Guatemala'nın ABD destekli askeri hükümeti tarafından yaygın bir şekilde uygulandı.[85] Tahminen 40.000 ila 50.000 kişi 1954 ve 1996 yılları arasında Guatemala ordusu ve güvenlik güçleri tarafından kaybedilmiştir. Kaybetme taktiği Guatemala'da ilk olarak 1960'ların ortalarında, ordunun daha sert karşı ayaklanma önlemleri almasıyla hükümet baskısının yaygınlaşmasıyla yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Guatemala'da hükümet tarafından belgelenen ilk zorla kaybetme vakası, Mart 1966'da otuz Guatemala İşçi Partisi üyesinin güvenlik güçleri tarafından kaçırılıp işkence edilerek öldürülmesi ve cesetlerinin çuvallara konularak helikopterlerden denize atılmasıyla gerçekleşti. Bu, Latin Amerika tarihindeki ilk büyük zorla kaybetme vakalarından biriydi.[86] San Carlos Üniversitesindeki hukuk öğrencileri, hükümetin tutukluları mahkemeye çıkarmasını talep etmek için yasal tedbirler (habeas corpus dilekçeleri gibi) kullandığında, öğrencilerden bazıları da "kaybedildi".[87]

Hindistan

Hindistan'da işlenen kitlesel devlet suçlarının cezasız kalmaması ve adaletin sağlanması için çalışan ve Pencap'a odaklanan kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Ensaaf,[88] Ocak 2009'da Benetech İnsan Hakları Veri Analiz Grubu (HRDAG) ile işbirliği içinde, Hindistan'ın Pencap eyaletindeki kitlesel kayıplar ve yargısız infazlarla ilgili "doğrulanabilir nicel" bulgular olduğunu iddia eden bir rapor yayınladı.[89] Rapor, Pencap gibi çatışmaların yaşandığı eyaletlerde Hint güvenlik güçlerinin ağır insan hakları ihlallerini cezasızlıkla gerçekleştirdiğini iddia ediyor. Ensaaf ve HRDAG tarafından hazırlanan "Hindistan'ın Pencap eyaletindeki Kontrgerilla Hareketleri Sırasında Meydana Gelen Şiddet İçerikli Ölümler ve Zorla Kaybetmeler" başlıklı rapor, 1980'lerden 1990'lara kadar Pencap'ta kontrgerilla operasyonlarının yoğunlaşmasına, devlet şiddetinin hedefli ölümcül insan hakları ihlallerinden sistematik zorla kaybetmelere ve yargısız infazlara doğru kaydığını ve buna kitlesel "yasa dışı kremasyon" olaylarının eşlik ettiğini gösteren ampirik bulgular sunmaktadır.[89] Ayrıca, güvenlik güçlerinin 1984-1995 yılları arasında Pencap'ta on binlerce insana işkence yaptığını, infaz ettiğini ve kaybettiğini gösteren önemli kanıtlar bulunmaktadır.[89]

Cemmu ve Keşmir Eyaleti İnsan Hakları Komisyonu (SHRC) 2011 yılında, Keşmir'in kuzeyinde işaretsiz mezarlara gömülmüş 2156 kişinin kimliklerinin tespit edilmesini tavsiye etti.[90] Mezarlar, 1972'den beri Hindistan ve Pakistan'ı ayıran sınır olan Kontrol Hattı'nın Hindistan tarafındaki düzinelerce köyde bulundu.[91] Komisyon tarafından yayınlanan bir rapora göre, cesetlerin birçoğunun on yıldan uzun bir süre önce acımasız bir isyan sırasında kaybolan sivillere ait olması muhtemeldir. Raporda, "Kuzey Keşmir'in 38 yerinde çeşitli işaretsiz mezarlara gömülen bu kimliği belirsiz cesetlerin, zorla kaybedilenlerin cesetlerini içerme ihtimali vardır" denildi.[92]

Endonezya

Tarihçi John Roosa'ya göre, zorla kaybetmelerin Asya'da bir terör silahı olarak kullanılmasının ilk örneği 1965-66 Endonezya toplu katliamları sırasında meydana geldi.[93]

Irak

Saddam Hüseyin rejimi altında, çoğu Enfal Operasyonu sırasında olmak üzere, en az on binlerce insan kaybolmuştur.

15 Aralık 2019 tarihinde, Iraklı iki aktivist ve arkadaşları - Salman Khairallah Salman ve Omar el-Amri - Bağdat'ta devam eden protestoların ortasında kayboldu. İkilinin ailesi ve arkadaşları, Birleşmiş Milletlerin güvenlik güçlerine ve adı açıklanmayan diğer milis gruplara Irak'ta adam kaçırma ve 'kasıtlı öldürme' kampanyası yürüttükleri uyarısının ardından daha fazla kişinin kaybolmasından endişe ediyor.[94]

İran

1999'daki İran öğrenci ayaklanmalarının ardından 70'ten fazla öğrenci kayboldu. Gözaltına alınan tahmini 1200-1400 kişiye ek olarak, İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından adı verilen beş öğrencinin "nerede olduğu ve durumu" bilinmemektedir.[95] Birleşmiş Milletler başka kayıp vakaları da bildirmiştir.[96] Öğretmen sendikalarından kadın hakları aktivistlerine kadar pek çok grup zorla kaybedilmelerin hedefi oldu.[97][98] Muhalif yazarlar,[99] İran Devrimi'nin ardından Bahailik gibi dini azınlıkların üyeleri de kayıpların hedefi oldu. Örnekler arasında Muhammed Movahhed ve Ali Murad Davudi bulunmaktadır.

Meksika

Meksika'nın kaybolan insanları

Meksika'nın 1970'lerdeki Kirli Savaşı sırasında, kesin sayı belli olmamakla birlikte binlerce şüpheli gerilla, solcu ve insan hakları savunucusu kayboldu. 1970'li yıllarda sadece Atoyac de Álvarez belediyesinde yaklaşık 470 kişi kaybolmuştur.[100]

Ulusal İnsan Hakları Komisyonuna göre 2006 ve 2011 yılları arasında 5397 kişi kaybolmuştur. Bunların 3457'si erkek, 1885'i kadın, ancak diğer 55 kişi hakkında bilgi yok.[101] Zorla kaybetmeler genellikle gruplar halinde gerçekleşiyor ve 2006 yılında Başkan Felipe Calderón tarafından başlatılan uyuşturucu savaşıyla ilgisi olmayan kişilerden oluşuyor. Kaçırmalardan temel farkı, genellikle kaybolanlar için fidye istenmemesidir.

Secretaría de Gobernación of Mexico'ya göre 2020 yılında Meksika'da 73.000'den fazla kişinin kaybolduğu bildirilmiştir.[102]

Fas / Batı Sahra

Faslı yazar Malika Oufkir, General Muhammed Oufkir'in kızı, Fas'ta eski bir "kayıp"

Kral II. Hasan'a karşı 1970'lerde yapılan darbelere karıştığından şüphelenilen birçok Fas Ordusu personeli Tazmamart gibi gizli gözaltı kamplarında tutulmuş ve bazıları kötü koşullar veya tıbbi tedavi eksikliği nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Fas'taki en ünlü zorla kaybetme vakası, 1965 yılında Fransa'da karanlık bir şekilde ortadan kaybolan siyasi muhalif Mehdi Ben Berka'dır. Şubat 2007'de Fas, insanları zorla kaybedilmeye karşı koruyan uluslararası bir sözleşmeyi imzaladı.[103][104] Ekim 2007'de İspanyol yargıç Baltasar Garzón 1976 ve 1987 yılları arasında Batı Sahra'da (çoğunlukla Fas tarafından kontrol edilen) yaşanan İspanyol-Sahravi kayıpları konusunda İspanyol yargısının yetkili olduğunu ilan etti. Fas silahlı kuvvetlerinin başı General Housni Benslimane gibi bazıları 2010 yılı itibarıyla halen iktidarda olan bazı Faslı askeri yöneticiler hakkında, 1976 yılında Smara'da gözaltına alınması ve kaybedilmesi kampanyasından dolayı suçlamalar yöneltildi.[105] Garzón'un halefi Yargıç Fernando Pablo Ruz, Kasım 2010'da davayı yeniden açtı.[106]

Myanmar

Devam etmekte olan Arakan Soykırımı sırasında Tatmadaw güçleri Rohingya halkını sistematik olarak ortadan kaldırmış ve işkence etmiştir.[107][108]

2021 askeri darbesi ve devam eden muhalefet hareketinin ardından, aralarında siyasetçiler, seçim yetkilileri, gazeteciler, aktivistler ve protestocuların da bulunduğu binlerce kişi Myanmar güvenlik güçleri tarafından kaçırıldı. Siyasi Mahkûmlara Yardım Derneğine göre, darbe karşıtı gösterilere katıldığından şüphelenilen binlerce kişi gece baskınlarıyla kaybedildi.[109] UNICEF'e göre, çoğu avukata ya da ailelerine erişimi olmaksızın keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınan 1000'den fazla çocuk vakası bulunmaktadır.[108]

Kuzey Kore

Kuzey Kore'de vatandaşların zorla kaybedilmesi, gözaltına alınanların aileleriyle temas kurulmadan veya açıklama yapılmadan alıkonulmasıyla karakterize edilir. Birçoğu Güney Kore ve Japonya'da yaşayan etnik Koreli olan yabancı vatandaşlar, Kuzey Kore'ye kasten seyahat ettikten veya yurtdışında kaçırıldıktan sonra kaybedilmiştir.[110][111]

Kuzey İrlanda ve İrlanda

"Kayıplar", Kuzey İrlanda sorunu sırasında Geçici IRA, İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu ve diğer İrlandalı cumhuriyetçi örgütler tarafından kaçırılan ve öldürülen on sekiz belirli kişiye verilen isimdir.[112][113][114]

1999'da kurulan Mağdurların Kalıntılarının Yerinin Tespiti Bağımsız Komisyonu, kayıpların yerini tespit etmekten sorumlu kurumdur.[115]

1999 yılında IRA kayıplardan dokuzunu öldürdüğünü kabul etti ve bu cesetlerin yerleri hakkında bilgi verdi, ancak bu olayda sadece üç ceset bulundu, bunlardan biri zaten mezardan çıkarılmış ve bir tabuta yerleştirilmişti.[116] En iyi bilinen vaka, Belfastlı 10 çocuk annesi, kaybolmadan birkaç ay önce dul kalmış ve IRA'nın muhbir olduğunu iddia ettiği Jean McConville'e aitti.[117] Kalıntılarının aranmasından 1999 yılında vazgeçildi,[118] ancak cesedi 2003 yılında, IRA'nın gösterdiği yerden bir mil uzakta, yürüyüşe çıkan bir aile tarafından bulundu.[117] O tarihten bu yana biri 2008'de,[119] üçü 2010'da,[120][121][122] biri 2014'te, ikisi 2015'te ve biri 2017'de olmak üzere yedi kurban daha bulundu. 2017 itibarıyla üç kurbanın yeri henüz tespit edilememiştir.[123]

Pakistan

Pakistan'da sistematik zorla kaybetme uygulaması askeri diktatör General Pervez Müşerref döneminde ortaya çıkmıştır. Zorla kaybetmelerin boyutu ABD'nin 2001 yılında Afganistan'ı istila etmesinden sonra arttı. Bir insan hakları aktivisti ve zorla kaybetmelere karşı çalışan, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Pakistan İnsan Hakları Savunmasının başkanı Emine Mesud Cancua'ya göre Pakistan'da rapor edilmiş 5000'den fazla zorla kaybetme vakası bulunmaktadır. Zorla kaybedilen kişilere karşı resmi bir suçlama ya da ithamda bulunulmamıştır.

Azad Keşmir'de (Pakistan kontrolündeki Keşmir), özellikle Hindistan kontrolündeki Keşmir'e karşı "Cihat"a katılmayı reddeden kişileri tutuklayan ve kaybeden devlet istihbarat teşkilatları tarafından çok sayıda kayıp vakası yaşandığı bildirilmektedir.[124] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) de raporunda devlet tarafından gerçekleştirilen kayıpları ele almıştır.[125]

Filistin toprakları

Ağustos 2015'te Hamas'ın silahlı kanadının dört üyesi Mısır'ın Sina bölgesinde kaçırıldı. Mısırlı güvenlik yetkililerine göre bu kişiler kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından kaçırıldı. Kaçırılan kişiler Refah'tan Kahire Havalimanı'a elli Filistinliyi taşıyan bir otobüsteydi.

Hamas kaçırılan dört Filistinlinin Kahire'ye gitmekte olduğunu doğruladı. İçişleri Bakanlığı sözcüsü İyad el-Bazum "Mısır İçişleri Bakanlığını kaçırılan yolcuların hayatlarını güvence altına almaya ve onları serbest bırakmaya çağırıyoruz" dedi. Şu ana kadar hiçbir grup kaçırma olaylarının sorumluluğunu üstlenmedi.[126]

Filipinler

Baclaran Kilisesi'nde Bantayog Ng Mga Desaparecidos

Filipinler'de zorla kaybetmelerin mağdurlarının sayısına ilişkin tahminler farklılık gösteriyor. Hawaii Üniversitesi William S. Richardson Hukuk Fakültesi Kütüphanesi, Ferdinand Marcos döneminde zorla kaybedilen kurbanların sayısını 783 olarak vermektedir.[127] Marcos diktatörlüğü sırasında kaybolan pek çok kişinin polisler tarafından işkence gördüğü, kaçırıldığı ve öldürüldüğü iddia edilmektedir.[128]

Charlie del Rosario, Filipinler Politeknik Üniversitesinde aktivist ve profesördü ve en son 19 Mart 1971 gecesi PCC Lepanto yerleşkesinde Demokratik Filipinler Hareketinin (MDP) ulusal kongresi için afiş asarken görüldü.[129] Ailesi kaçırılmasında Filipin hükümeti ordusundan şüphelendi.[129] O zamandan beri kendisinden bir daha haber alınamayan Del Rosario, Marcos rejimi sırasında zorla kaybedilen ilk kurban olarak kabul ediliyor.[130]

Güney Tagalog 10'lusu, Filipinler'de Marcos'un sıkıyönetimi sırasında Orta Luzon'da çalışan bir grup aktivistti.[131] Bu 10 üniversite öğrencisi ve profesör sıkıyönetim sırasında kaçırıldı ve ortadan kayboldu.[132] Bunlardan üçü daha sonra şüpheli devlet ajanları tarafından öldürüldü ve "su yüzüne çıkarıldı".[133] Geri kalanlar ise bugüne kadar kayıptır.[132]

Romanya

Nikolay Çavuşesku'nun komünist rejimi sırasında zorla kaybetmelerin yaşandığı iddia edilmektedir. Örneğin, Romanya'da 1977 ve 1987 yıllarındaki grevler sırasında, grevlere katılan önde gelen kişilerin "kaybedildiği" iddia edilmektedir.[134]

Rusya

Rus insan hakları grupları 1999 yılından bu yana Çeçenistan'da yaklaşık 5000 kişinin zorla kaybedildiğini tahmin ediyor.[135] Bunların çoğunun birkaç düzine toplu mezara gömüldüğüne inanılıyor.

Rusya hükümeti, Çeçenistan'daki çatışma sırasında işlenen insan hakları ihlalleri için herhangi bir hesap verebilirlik süreci izlememiştir. Ülke içinde adaleti sağlayamayan yüzlerce mağdur, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulundu. Mart 2005'te mahkeme Çeçenistan'la ilgili ilk kararını verdi ve Rus federal birliklerinin elinde ölen ya da zorla kaybedilen sivillerle ilgili olarak Rus hükümetini yaşam hakkını ve işkence yasağını ihlal etmekten suçlu buldu.[136]

Uluslararası Af Örgütü, Kırım'ın Rusya Federasyonu tarafından ilhak edilmesinden bu yana, etnik Kırım Tatarlarının zorla kaybedildiğini ve bunların hiçbirinin etkili bir şekilde soruşturulmadığını belgeledi. 24 Mayıs 2014 tarihinde Bahçesaray Belediye Meclisi eski üyesi ve Dünya Kırım Tatarları Kongresi üyesi Ervin İbragimov kayboldu. Yakındaki bir dükkânın kamerasından alınan görüntülerde bir grup adamın İbragimov'u durdurup kısa bir süre konuştuktan sonra zorla minibüse bindirdikleri görülüyor.[137] Harkiv İnsan Hakları Koruma Grubuna göre, Rus yetkililer İbragimov'un kayboluşunu soruşturmayı reddettiler.[138]

Güney Kore

Siyasi mahkumlar Güney Kore'nin Daejeon kenti yakınlarında Güney Kore askerleri tarafından infaz edilmeden önce yere yatırılıyor.[139]

Zorla kaybetmeler ve yargısız infazlar Güney Kore tarafından Jeju Ayaklanması sırasında, Kore Savaşı sırasında ve Kore savaşı sırasında Bodo Birliğinin yeniden eğitiminin bir parçası olarak açıkça kullanıldı. Bu olaylar hakkında konuşma tabusu 1993 yılında Güney Kore'deki otoriter yönetimin sona ermesine kadar sürdü.

Savaş sırasında sol sempatizanı olduğu iddia edilen kişilere yapılan zulüm sırasında, şüphe altındaki sıradan siviller toplanarak A, B, C ve D olmak üzere dört gruba ayrıldı. C ve D grupları derhal kurşuna dizildi ve isimsiz toplu mezarlara gömüldü. A ve B grupları askere alınmış ve/veya ölüm yürüyüşlerine gönderilmiş ya da Bodo Birliği'nin yeniden eğitim tesislerinde tutuldu.

Yargısız infaz edilen, kaybedilen veya yeniden eğitilen kişilerin hayatta kalanları ve aile üyeleri, otoriter yönetim döneminde bu olaylardan bahsettiklerinde ölümle ve zorla kaybedilmeyle karşı karşıya kaldılar.

Otoriter yönetim sırasında zorla kaybedilenlerin ve kazara bulunan toplu mezarların birçoğunun suçu Kuzey Kore'nin veya Çin Halk Kurtuluş Ordusunun üzerine atıldı. Güney Kore şu anda Hakikat ve Uzlaşma Komisyonunu kullanarak bu olaylardan bazılarını aydınlatmaya çalışmaktadır. Zorla kaybetme mağdurları arasında, Tokyo'daki otel odasından zorla kaybedilen merhum Güney Kore Devlet Başkanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Kim Dae-jung gibi yüksek profilli siyasetçiler de bulunmaktadır. Bacaklarına ağırlık bağlanarak açık denize atılmak suretiyle öldürülme girişimi Kore Merkezi İstihbarat Teşkilatı (KCIA) ve Toa-kai yakuza örgütü tarafından koordine edilmiştir.[140]

İspanya

Kuzey İspanya'da Estépar yakınlarında İspanyol cumhuriyetçilere ait bir toplu mezar. Kazı Temmuz-Ağustos 2014'te gerçekleştirilmiştir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Çalışma Grubu 2013 yılında İspanya İç Savaşı (1936-1939) ile Francisco Franco'nun diktatörlüğünün sona ermesi (1939-1975) arasındaki dönemde tahmini 114.226 kişinin resmi ya da gayriresmi silahlı gruplar tarafından zorla götürülerek "kaybolduğunu", gizlice öldürüldüklerini ve daha sonra açıklanmayan yerlere gömüldüklerini rapor etmiştir. Raporda ayrıca, 1970'ler ve 1980'lerde diktatörlüğün sona ermesinden sonra bile devam eden yaklaşık 30.960 çocuk ve yeni doğanın sistematik olarak kaçırılması ve "çalınmasından" bahsedilmektedir.[141]

Kaybolanlar arasında 221. Karma Tugay gibi cumhuriyetçi askeri birliklerin tamamı yer almaktadır. Ölen askerlerin aileleri, bu birliğin kaybolan üyelerinin cesetlerinin bilinmeyen toplu mezarlara gömülmüş olabileceğini düşünüyor.[142][143]

Konunun mahkemeye taşınması için ilk girişim 2008 yılında yapılmış, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış[144] ve süreçten sorumlu yargıç Baltasar Garzón görevden alınmış ve ardından da diskalifiye edilmiştir.[145] BM'nin Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu, İspanya hükümetinin bu konularda üzerine düşen görevleri yerine getirmediğini açıkça ifade etmiştir.[146] 2017 yılı itibarıyla İspanyol yetkililer, iç savaş sırasında ve sonrasında meydana gelen zorla kaybetmelerin soruşturulmasını aktif bir şekilde engellemeye devam etmektedir.[147]

Desaparecidos del franquismo tahmini

Toplu mezarlarda bulunan kurbanlara ait kemiklerin kimlik tespiti ve sistematik analizi bugüne kadar mevcut İspanyol demokrasisinin (1977'den beri) hiçbir hükümeti tarafından yapılmamıştır.

La Nueva España gazetesine göre, 16 Ekim 2008 tarihinde Audiencia Nacional mahkemesine getirilen toplu mezarlara gömülen kişilere ilişkin veriler aşağıdaki gibidir:[148]

Sri Lanka

Birleşmiş Milletlerin 1999 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Sri Lanka, dünyada en fazla insanın kaybolduğu ikinci ülkedir (Irak'tan sonra).[kaynak belirtilmeli] 1980 yılından bu yana 12.000 Sri Lankalı, güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybolmuştur.[149] Son 27 yılda 55.000'den fazla insan öldürülmüştür. Bu rakamlar, insan hakları sorunlarını düzeltme taahhüdüyle iktidara gelen Sri Lanka hükümetinin 2009 yılında yaptığı 17.000 kayıp tahmininden hala daha düşüktür.[150]

2003 yılında Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) Sri Lanka'daki iç savaş sırasında 11.000 kişinin kaybolmasıyla ilgili soruşturmaları yeniden başlattı.[151]

29 Mayıs 2009 tarihinde İngiliz The Times gazetesi, Nisan ayı sonuna kadar çatışmasızlık bölgesinde yaklaşık 7000 sivilin öldüğünü kaydeden gizli BM belgelerini ele geçirdi. Gazete, kimliği açıklanmayan BM kaynaklarına dayanarak, hükümetin Tamil Kaplanları isyancılarına karşı zafer ilan ettiği 19 Mayıs'a kadar her gün ortalama 1000 sivilin öldüğünü ve bu sayının daha sonra arttığını belirtti. The Times'a göre bu da nihai ölü sayısının 20.000'den fazla olduğu anlamına geliyor. Bir BM kaynağı gazeteye "daha yüksek" dedi. Birleşmiş Milletler daha önce Ocak ve Mayıs ayları arasındaki çatışmalarda 7000 sivilin öldüğünü açıklamıştı. Sri Lankalı üst düzey bir yetkili 20.000 rakamını asılsız olarak nitelendirdi. Sri Lanka'daki BM sözcüsü Gordon Weiss CNN'e yaptığı açıklamada çok sayıda sivilin öldürüldüğünü söyledi ancak 20.000 rakamını doğrulamadı.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Sri Lanka'yı "tarifsiz acılara neden olmakla" suçladı.[152]

Suriye

Suriye'de zorla kaybetme vakaları, Suriye'nin eski devlet başkanı Hafız Esad'ın 1970'lerin sonunda vatandaşların muhalefetiyle karşılaşmaya başlamasıyla başladı.[kaynak belirtilmeli] Bedir ed-Din Şallah aracılığıyla Şam'ın elit tüccarlarını satın almayı başarırken, halk Esad'ın ülkeyi yönetme politikalarına ve yolsuzluğun artmasına öfkelendi.[kaynak belirtilmeli] O andan itibaren Suriye hükümetine karşı çıkan ya da onu sorgulayan her ses zorla kaybetme ya da tehditlerle susturuldu.[kaynak belirtilmeli] İnsan Hakları İzleme Örgütüne göre Esad'ın 30 yıllık iktidarı boyunca en az 17.000 kişi kayboldu.[153]

Beşar Esad babasının politikasını daha da ileri götürerek Suriye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ya da diğer politikaları hakkında herhangi bir şeyi sorgulayan her sesin izlenmesi ve gerektiğinde gözaltına alınarak ulusal empatiyi zayıflatmakla suçlanması gerektiğini düşündü.[154] Son örneklerden biri, 27 Aralık 2009 tarihinde sorguya çağrılan ve 4 yıl sonra serbest bırakılan 19 yaşındaki blog yazarı Tal el-Mallohi'dir.[155]

Kasım 2015'te Uluslararası Af Örgütü, Suriye hükümeti ve müttefiki militanları 2011 yılından bu yana on binlerce kişiyi kaçırmakla suçlayan bir rapor yayınladı.[156] Uluslararası örgüt bu tür eylemlerin insanlığa karşı suç teşkil ettiğini belirtti. Örgüt, Suriye hükümetine tutuklularla ilgili bilgilere ulaşabilmesi için BM'nin uluslararası soruşturma komitesi gözlemcilerinin girişine izin vermesi çağrısında bulundu. Uluslararası Af Örgütü Mart 2011 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında çoğu sivil 65.000'den fazla kişinin zorla kaybedildiğini iddia etmiştir. Suriye hükümeti ise kendisini insanlığa karşı suç işlemekle suçlayan raporları defalarca inkâr etti.

Tayland

2013 yılında Bangkok Post gazetesi, Tayland Baharı hareketinin kurucusu Polis Generali Vasit Dejkunjorn'un bir seminerde zorla kaybetmenin yozlaşmış devlet gücünün tehdit olarak gördüğü bireyleri ortadan kaldırmak için kullandığı bir araç olduğunu söylediğini bildirdi.[157]

Tayland Af Örgütüne göre 1998-2018 yılları arasında en az 59 insan hakları savunucusu zorla kaybedilme mağduru oldu.[158] Avukat Somchai Neelapaijit, Karen aktivisti Pholachi "Billy" Rakchongcharoen ve aktivist Den Khamlae[159][160] kaybolanlar arasında yer alıyor.[158]

Bir reformist ve ayrılıkçı olan Hacı Sulong 1954 yılında ortadan kaybolmuştur. Pattani ve Tanong Po-arn'daki Jawi toplumunun daha fazla tanınması için çalışmıştır. Tayland'da 1991 yılında Ulusal Barışı Koruma Konseyi tarafından seçilmiş hükümete karşı gerçekleştirilen darbenin ardından ortadan kaybolan Taylandlı sendika lideridir.

12 Mart 2004 tarihinde, krallığın güney bölgesinde tanınmış bir Taylandlı Müslüman aktivist avukat olan Somchai Neelapaijit, Tayland polisi tarafından kaçırıldı ve o zamandan beri kayıp. Resmi olarak kayıplar listesinde yer alan Somchai'nin dul eşi Ankhana Neelapaichit, Somchai'nin kaybolmasından bu yana kocası için adalet arayışını sürdürüyor. Bayan Neelapaichit 11 Mart 2009 tarihinde Tayland Yabancı Muhabirler Kulübünde kocasının kayboluşunu anmak ve dikkatleri bu davaya ve Tayland'daki insan hakları ihlallerine odaklamak amacıyla düzenlenen özel bir panelde yer aldı.

İnsan Hakları için Taylandlı Avukatlar adlı hukuki yardım grubuna göre, Mayıs 2014'te ordunun yönetime el koymasının ardından en az 86 Taylandlı Tayland'ı terk ederek yurt dışına sığınma talebinde bulundu. Bu kişiler arasında, bazı şarkılarında Tayland'da ciddi bir suç olan monarşi ile alay eden Taylandlı müzik grubu Faiyen'in dört üyesi de bulunuyor. Grup sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, "birçok güvenilir kişi bize Tayland ordusunun bizi öldürmeye geleceğini söyledi" dedikten sonra üyelerinin hayatlarından endişe ettiklerini duyurdu.[161] 2018'in sonlarında ve 2019'un başlarında kaybolanların hepsi Taylandlı yetkililer tarafından monarşi karşıtı faaliyetlerde bulunmakla suçlanmıştı.[162]

İki Taylandlı aktivist Laos'un Vientiane kentinde sürgünde yaşarken kayboldu: Haziran 2016'da kaybolan Itthipol Sukpaen ve Temmuz 2017'de evinden kaybolan Wuthipong "Ko Tee" Kochathamakun. Görgü tanıkları Wuthipong'un siyah giyimli ve Tayca konuşan bir grup adam tarafından kaçırıldığını söyledi.[163]

Aralık 2018'de Taylandlı bir siyasi sürgün olan Surachai Danwattananusorn ve iki yardımcısı Laos'un Vientiane kentindeki evlerinden kayboldu. İki yardımcı daha sonra öldürülmüş olarak bulundu.[164] Tayland medyasından bazıları zorla kaybedilmeleri ve cinayetleri monarşi karşıtlarına bir uyarı olarak görüyor.[165] Ocak 2019 itibarıyla Surachai hala kayıp. Laos'ta sürgünde bulunan "kayıp" Taylandlı aktivistlerin sayısı 2015'ten bu yana beşi bulmuş olabilir.[166]

Monarşi karşıtı üç Taylandlı aktivist Siam Theerawut, Chucheep Chivasut ve Kritsana Thapthai, sahte Endonezya pasaportlarıyla ülkeye girmeye çalıştıktan sonra Vietnam'dan Tayland'a iade edildikleri düşünülen 8 Mayıs 2019 tarihinde kayboldu. Üçlü Tayland'da monarşiye hakaret etmek ve 2014 Tayland askerî darbesinden sonra cunta tarafından çağrıldıklarında gitmemek suçlarından aranıyor.[167][168] Kaybolmalarının üzerinden 8 Mayıs 2020 tarihinde bir yıl geçti ve üçlünün izine hâlâ rastlanmadı.[169]

Taylandlı demokrasi yanlısı aktivist Wanchalearn Satsaksit 4 Haziran 2020'de Kamboçya'nın Punom Pen kentinden kaçırıldı,[170] bu olay kamuoyunda endişe yarattı ve 2020 Tayland protestolarının arkasındaki bir faktör haline geldi.[171]

Türkiye

Türk insan hakları grupları, Türk güvenlik güçlerini 1980'ler ve 1990'larda PKK'nın kökünü kazımak amacıyla 1500'den fazla[172] Kürt azınlık sivilin kaybolmasından sorumlu olmakla suçluyor. Cumartesi Anneleri 1995 yılından bu yana her hafta cumartesi günü kayıplarının bulunması ve sorumluların adalet önüne çıkarılması talebiyle sessiz nöbetler ve oturma eylemleri düzenliyor. Yakay-Der, Türkiye İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Kayıplara Karşı Uluslararası Komite (ICAD) her yıl Türkiye'de "Kayıplar Haftası" münasebetiyle bir dizi etkinlik düzenlemektedir.

Nisan 2009'da Türkiye'deki savcılar, Türkiye'nin güvenlik kurumlarının geçmişteki ihlalleri itiraf etmesine yönelik çağrılara yanıt olarak Kürt kurbanlarının bulunduğuna inanılan Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kazı yapılmasını emretti.[173]

İsveç merkezli Stockholm Özgürlük Merkezi tarafından Haziran 2017'de yayınlanan bir araştırmada, 2016 yılından bu yana Türkiye'de olağanüstü hal kapsamında 12 bireysel zorla kaybetme vakası belgelenmiştir. "Türkiye'de Zorla Kaybetmeler" başlıklı araştırmada, tüm vakaların Türk güvenlik güçleri içindeki gizli unsurlarla bağlantılı olduğu iddia edildi. Türk makamları, aile üyelerinin ricalarına rağmen vakaları soruşturmakta isteksiz davrandı.[174]

Ukrayna

Devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında, tartışmalı Donetsk Halk Cumhuriyeti (DHC) topraklarında çok sayıda zorla kaybetme vakası yaşandı. DHC lideri Aleksandr Zaharçenko, güçlerinin her gün beş kadar "Ukraynalı yıkıcıyı" gözaltına aldığını söyledi. Ayrılıkçı güçler tarafından 11 Aralık 2014 tarihinde yaklaşık 632 kişinin yasa dışı olarak gözaltında tutulduğu tahmin edilmektedir.[175]

2 Haziran 2017 tarihinde serbest gazeteci Stanislav Aseyev kaçırıldı. De facto DHC hükümeti önce Aseyev'in nerede olduğunu bilmediğini söyledi ancak 16 Temmuz'da DHC Devlet Güvenlik Bakanlığından bir yetkili Aseyev'in gözaltında olduğunu ve casusluk yaptığından şüphelenildiğini doğruladı. Bağımsız medyanın DHC kontrolündeki bölgeden haber yapmasına izin verilmiyor.[176]

Amerika Birleşik Devletleri

Uluslararası Af Örgütüne göre Amerika Birleşik Devletleri, Terörizmle Savaş sırasında denizaşırı ülkelerde yakalanan ve hiçbir zaman ABD'ye götürülmeyen savaş esirlerini zorla kaybetmiştir. UAÖ, "hepsi hala kayıp olan ve ABD hükümeti tarafından denizaşırı ülkelerde işletilen gizli yerlerde tutulduğuna inanılan en az 39 tutukluyu" listeliyor.[177][178]

Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı, Küba'daki ABD Guantanamo Körfezi Deniz Üssü'nde ("Gitmo") tuttuğu kişilerin kimliklerini, kampın açıldığı 11 Ocak 2002 tarihinden 20 Nisan 2006 tarihine kadar gizli tutmuştur.[179][180] Kampta tutulan 558 kişinin resmi bir listesi, Birleşik Devletler Bölge Yargıcı Jed Rakoff'un mahkeme emri üzerine 20 Nisan 2006 tarihinde yayınlanmıştır. Guantanamo'da tutulan 759 kişinin tamamını içerdiği belirtilen bir başka liste ise 20 Mayıs 2006 tarihinde yayınlandı.[181]

2015 yılında Amerikalı gazeteci Spencer Ackerman The Guardian'da Chicago'daki Homan Square tesisi hakkında bir dizi makale yazmış ve burayı CIA'in kara bölgesine benzetmiştir. Ackerman, tesisin "özel polis birimlerinin gizli çalışmalarına sahne olduğunu" ve "yoksul, siyahi ve kahverengi" Chicago kent sakinlerinin "temel anayasal haklarının" ihlal edildiğini iddia etti.[182] Ackerman, "içeride kalan Chicago'luların, bir karakolda kayıt altına alındıklarında olduğu gibi, nerede olduklarını gösteren bir veri tabanına girilmiş, kamuya açık, aranabilir bir kayıtlarının bulunmadığını" iddia etti. Avukatlar ve yakınları nerede olduklarını bulmanın hiçbir yolu olmadığı konusunda ısrar ediyorlar. Homan Square'a girmeye çalışan avukatlar, müvekkilleri içeride gözaltında tutulmaya devam ederken bile çoğu zaman geri çevriliyor.[182]

Venezuela

Foro Penal ve Robert F. Kennedy İnsan Hakları tarafından hazırlanan bir rapor, 2018'deki 200 zorla kaybetme vakasının 2019'da 524'e çıktığını ve bunun artan protestolara bağlandığını belgeliyor. Analiz, ortalama kaybolma süresinin beş günden biraz fazla olduğunu ortaya koyarak, hükümetin büyük ölçekli ve uzun süreli gözaltılara eşlik edebilecek incelemeden kaçınmaya çalıştığını gösteriyor.[183][184]

Eski Yugoslavya

Yugoslav Savaşları sırasında binlerce insan zorla kaybedilmiştir.[185][186][187]

Göç kapsamında zorla kaybetmeler

Göçmenlerin ve mültecilerin giderek daha tehlikeli hale gelen yolculukları ve devletlerin ve Avrupa Birliği gibi ulusötesi örgütlerin giderek daha katı hale gelen göç politikaları, göçmenlerin zorla kaybetmelerin mağduru olmaları açısından özel bir risk oluşturmaktadır.[188] Bu durum BM'nin Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu tarafından da kabul edilmiştir.[189] BM Zorla Kaybetmeler Komitesi de Kaybedilen Kişilerin Bulunmasına İlişkin Kılavuz İlkeler'de göçün bir sonucu olarak zorla kaybetme riskinin arttığını kabul etmiştir.[190]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

DIş bağlantılar